Vatandas, emailine sahip cik!

Dusunun bakalim ilk email adresinizi edineli kac yil oldu?  Benim 17 yil olmus (oha!) (ilk birkac yil sadece okul ici intranette kullaniliyordu, sonradan dunyaya acildikti).  Arkadaslarim arasinda email tarihcesi 5 yildan kisa olan yoktur herhalde.  Blog blog surtup buralara varanlardansaniz, bu kadar surtebildiginize gore annem ve babam gibi internetle daha iki hafta once tanismis, ilk email adresini daha gunler once edinmis insanlar olmadiginizi varsayarim.  Diyecegim o ki cogu insan icin email adresi, emaille iletisim yeni seyler degil.  Durum boyleyken nasil oluyor da insanlar emaillerine sahip cikamiyor hala cok merak ediyorum.  Biktim artik onun bunun emaillerini inboxumda bulmaktan ya!  Burada da inboxuma dusmus enteresan emaillerden bahsedecegim iki dakika.

Daha onceden “Soyadi sancilari” baslikli yazida da bahsetmistim, cok siradan bir ismim var.  Bir Ayse Yilmaz gibi.  Zrilyon kisi vardir bu isimde, bu soyadinda ve hatta bu kombinasyonda.  Email adreslerimi de okulda bize otomatik olarak verilen kullanici isminden beri hep “ayilmaz” gibi ismin bas harfi arti soyadi seklinde bir kombinasyon olarak almayi tercih ederim (her zaman olmuyor tabii).  Dusunun ama ayilmaz ismini almak isteyip de ben once kaptigim icin alamamis kac Ahmet-Ali-Aslan-Aybuke-Aysel-Arda-Asli-… Yilmaz vardir kim bilir.  Baba tarafimda ismini bas harfi ve haliyle soyadi benimkiyle ayni olan kuzen sayisi 5ten fazla.  Biraz da internet ortamlarinda boyle hiyarim var diyene tuzla kosan biri miyim neyim, gmailde bilmemnerede “ayilmaz”i hep ben kapmisim once.  Ama o Ahmet-Ali-Aslan-Aybuke-Aysel-Arda-Asli… Yilmaz gerzeklerinin emailleri benim ayilmaz- at -gmail.com’uma geliyor hala siklikla.

Hotmail’de ayilmaz’i alip sonra da sifresini unuttugum icin ayseyilmaz’a tekabul eden isimsoyad -at- hotmail.com gibi bir email adresi almistim.  Bu email meshur “bayan email adresleri” listesine dusmus (evet, bu isten para kazanmaya calisanlar vardi bir aralar, hala varlar mi bilmiyorum).  Neredeyse hic kullanmadigim bu adres bu vesileyle HERRRRR turlu spamcinin ve kadina susamis yigidin eline dusmus olmustu.  Hotmail’in spam filtreleri de rezalet olunca bu hesap direk iptal oldu.  6 ayda bir falan bakiyorumdur herhalde.

Eskiden bir ara baktigimda spamler disinda bir seyi daha farketmistim.  Adasim olan hatunlardan biri biraz kevaseymis.  Hahahah.  Bu eleman kim bilir hangi sitelerde (Yonja monja vardi o zamanlar) yurdum yigitlerini oltaya takiyor, onlara email adresini verirken bilerek mi salakligindan mi bilmem benim email adresimi veriyordu.  Bir ara bir eleman buna fena dadanmisti.  Ust uste ne emailler atti ne emailler atti, cevap alamadikca perisan oldu.  “Seninle ne guzel muhabbet etmistik, simdi niye yanitsiz birakiyorsun?” gibi usulca isyanlara falan geldi.  Cevap yazip “kardis o kiz ya email adresini bilmeyecek kadar salak ya da seni fena kandirmis” diyemedim.  Hin ve cin bir insan olsam bu elemani feci isletir, cevaben aldigim her emailde karnimi tuta tuta gulerdim ama icim gecmis coktan.  Sadece sevkinin tukenip email atmayi birakmasini bekledim ve birakti.

Bu yanlis email adresini (yani benimkini!) dagitanla ayni kisi mi bilmiyorum ama bir keresinde de “cok ayip” fotograflar geldi emailimde.  Anladigim kadariyla benim adas arkadaslariyla bir ciplak fotograf cekimi fantezisi gerceklestirmis, sonra da makinanin sahibi fotograflari fotograftakilere emaillerken -kimin salakligi yuzunden bilmiyorum ama- adres olarak benimkini yazdigi icin fotograflar bana gelmis.  Her gun basima boyle bir sey gelmiyor, saskinligimi uzerimden atinca emaili silmeden once bir guzel inceledim fotograflari.  Estetik acidan cok zayifti fotolar, o yuzden elestirel olmaktan baska secenegim yoktu.  Ya madem boyle erotik fotograf cekimi yapacaksiniz, amator olsaniz da bi zahmet gidin de guzel bir carsaf seti alip serin o yataga.  Gullu cicekli 150yi gecmeyen “thread count”lu carsafin uzerinde ciplaklik cok feciydi dogrusu.  Kizlarimizin (iki ciplak kiz vardi, adasim hangisi bilmiyorum) hal ve tavirlari da hic estetik degildi.  Vucutlarinin cirkinligini yuzlerine vurmak istemem, ama verdikleri pozlarda da is yoktu.  Bir kere “ya bir cilginlik ediyoruz ciplak fotograf cektiriyoruz ama aslinda utanmiyor da degiliz. birbirimizle sakalasarak gecistirmeye calisiyoruz cekingenligimizi. kicimizi sirtimizi gosteririz ama meme gostermek olmaz, on taraf olmaz” turu bir kendinden emin olmama, kendine guvensizlik durumu hakimdi.  Ciplakliginla rahat degilsen ciplak foto cektirmeye girisme bir zahmet degil mi?  Sergilemeye utanarak vucudunu sergilemeye kalkinca da bir garip bir fotograflar cikmis ortaya.  Okudugum eksi sozluk entrylerinden ogrendigime gore ev isi p o r n o’da (googleda kelimeyi aratanlar burayi bulmasin diye boyle yazdim) cok yol katetmis gencler.  Kim bilir bu kizlarimiz da o gunlerden sonra daha bir rahatlamislardir, fotograftan video’ya gecis yapmislardir belki.  Bilemiyorum, emaili gelmedi, haberim olmadi.  Yar bana bakmadi benimle olmadi (pardon parazit oldu).

Turkiye gibi her gun gazetelerde “ciplak fotografiyla santaj yapildi bilmemne bilmemne felaketler geldi basina” diye haberler cikan bir memlekette kadinlarin ciplak fotograflarinin kimin ellerinde oldugu konusunda daha dikkatli olmasini beklerdim.  Rastgele insanlarin ciplak fotograflari alakasiz bana gelebildigine gore pek umursandigi yok.  Bu fotolarin kotu ellerde kotu emellere alet olmasi mustahaktir kardesim.  Ciplak fotograf cektirmeyi, ciplakligi ayipliyor veya ciplakligin bu derece “ayip” ve “tabu” olusunu onayliyor degilim.  Ama insanlarin bedenlerine -iki boyutlu suretleri de dahil- sahip cikmalari ve tacizlerden korunmak icin onlem almalari gerektigini dusunuyorum.  Salakligin alemi yok.

Bu hotmail adresine simdi tekrar baktim, zrilyon tane facebook daveti gelmis.  Birileri ben olmayan birilerini facebookta benim adresimle ariyor anlasilan.  Diger yandan gmail adresimi kendi adresleri gibi bol keseden dagitanlar genelde erkekler oluyor.  Bir keresinde kayseri’den bir eleman kredi karti ekstresini banka hesabindan kendisine emailletmeye kalkip bana yollamis.  Ben de hic cekinmeden inceledim.  Arkadasin ana masraflarindan biri benzindi (tercih ettigi sirket de shelldi).  Ev adresine yakin bir yerde oldugunu varsaydigim bir kebapcidan cok sik yemek yiyordu.  Bir de bir saglik sorunu yasamisti (simdi unuttum neydi) bir takim saglik harcamalari vardi.  Gecenlerde bir elemanin e-bileti (ucak bileti) geldi bana. Bu sefer yollayan turizm acentasina cevap yazip “kardes bu yanlis kisiye geldi, normalde kaale almiyorum boyle yanlis gelen emailleri ama bilet yanmasin yazik olmasin” diyerekten uyardim.  Bu acenta “ay biz farkina vardik zaten hatanin” diye bir cevap yazdi yazmasina da sonra promosyon emailleri falan yollamaya devam etti (ve bloklanmayi hak etti).  Bir daha yanlislikla e-bilet gelirse direk cope gideceginden uyarmam da mumkun degil.

Gmail tabii spamleri filtreleme ve “gozum gormesiiieeeen!” diye haykirmama gerek kalmadan cope yollama isinde cok basarili.  O yuzden gmaile gelen ve bana ait olmayan emailler genelde akli bir karis havada ya da salak insanlarin email adresleri yerine benim email adresimi ona buna vermeleri sebebiyle geliyor.  Simdi, kardesim, sen hatali email adresi verirsen sana gelmesi gereken emailler bana gelir.  Ben de cekinmeden okur, gerekirse dalgami da gecerim.  Iste o yuzden de “Vatandas, emailine sahip cik!” diyorum.  Email adresini dogru duzgun yazmayi ogren de emailin sana gelsin.  Bak demin de birisi apple id sifresini reset etmek istemis, reset linki bana geldi.  Yaa, salak salak beklersin inbox basinda email adresini yanlis girersen yavricigim.

Ismi benimkiyle ayni harfle baslayan soyadaslarim, size sesleniyorum.  Baslarim emailinize!  Adresinizi oraya buraya dogru girin, canimi yiyin!  Tamam mi cicikuslarim?

Neyse, bu vesileyle size gmail’de kullanabileceginiz bir numara ogreteyim halihazirda bilmiyorsaniz.  Diyelim ki email adresiniz cicikusum@gmail.com.  cicikusum+X@gmail.com seklinde, bir +dan sonra istediginizi yazdiginiz gmail.com adreslerine yollanan emailler de cicikusum@gmail.com’a geliyor.  Bir web sayfasina kayit olurken bu emaili vereceksiniz diyelim.  Atiyorum, wordpress.com’a uye olurken cicikusum@gmail.com yerine cicikusum+wp@gmail.com diye uye olabiliyorsunuz, wordpress’ten bu adrese yollanan emailler direkt inboxunuza geliyor.  Bunu spamci web sayfalarini ayirdetmek icin veya wordpressten gelen emailleri filtrelemek icin veya email adresiniz ona buna yayildiysa kimin yaydigini ogrenmek icin, orijinal email adresinizi kendinize saklamak icin kullanabilirsiniz.

Bitireyazarken: Bu haftasonu iki hafta sonra gerceklesecek baby shower icin hazirliklar yaptim biraz.  Bir “welcome baby!” duvar yazisi hazirladim.  Nikah sekeri gibi bebek sekeri veriliyor, onlar icin bir takim girisimlerim oldu (sonra bitince foto koyacagim buraya).  Biraz el-isi derslerimi yad ettim diyebiliriz, eglendim kendi kendime, iyi oldu.

Yuzsuzluk

Bazi insanlardaki yuzsuzlugu gorunce agzim acik kaliyor.  Ben mi hep “acaba ayip olur mu?” diye dusunerek adim attigim icin salagim, onlar mi dusuncesizce taleplerde bulunduklari icin bir “yuh!”u hak ediyorlar bilemiyorum.  Isteyenin bir yuzu kara… diyerek nereye kadar?

Bu isyanima sebep olan kisileri tanimiyorum, ama olayi anlatayim.  Annem ve babam buradalar yazmistim.  Sayili gun geciyor, donus gunleri yaklasirken buradan Turkiye’ye goturmek istedikleri seyleri de aliyoruz yavas yavas.  En populer sey glucosamine/chondroitin ikilisinin kapsulleri, eklemler icin.  Annem kendisi kullanimi icin oldugu gibi komsusunun ismarladiklarini da aldi.  Sonra, efendime soyleyeyim, 4 yasindaki yegenim, biricik torun icin ivir zivir aliniyor, pantolon, elbise, ayakkabi vs.  Abim de “hazir Amerika’dan gelen var” deyip ufak tefek bir seyler ismarlamis, amazon’da wish list yap ben alirim dedim.  Yine ufaklik icin bir lego seti ve vitaminler var.  Buraya kadar her sey normal.

Ben Turkiye’ye gelmeden once bunu haber alan es dost arada bir seyler getirmemi rica ederler.  Monk dvd seti getirmistim bir kere, veya hassas cilt icin bir takim kozmetik, oluyor boyle.  Eger bu alisverisleri yapacak vaktim varsa, valizde de yerim varsa hic sorun degil.  Valizdeki yer yoklugu yuzunden bir iki kez malesef demisligim de vardir tabii, kusura bakmadiklarini saniyorum.  Sonucta es dost, mumkun oldugunca alip getiriyorsun, hic olmadi gorusmeye vesile oluyor.

Bu seferki agzimi acik birakan olayin kahramanlari ise abimin is arkadaslari.  Bu kisileri ben de tanimiyorum, annemler de tanimiyor.  Hani abimin esinin bizim de tanidigimiz arkadaslari var, soz konusu kahramanlarimiz onlar olsa belki bu kadar sasirmayacagim.  Abim dedi ki, “bizim arkadaslarin da istedigi bazi seyler var, ekledim wish list’e”.  “Iyi” dedim “bakayim.”  Bir baktim, listden asagi indikce cenem daha da dustu.  “Yuuuhhh!” dedim, tekrar tekrar baktim “yanlis mi goruyorum?” diyerek.  Listede abimlerin kendileri icin istedigi toplam 5 kalem urun varken, bu eleman 20 tane falan urun ekletmis.  Abimin dedigine gore bu da eksiltilmis bir listeymis, aslina daha fazlaymis da azaltmis.  Burada para mesele degil, sonucta o parayi abim onlardan alacak, o yuzden bu alisverise verilen para konusunda bize giren cikan yok.  Mesele verilen “zahmet”in miktari.

Listeye bakiyorum, “yuh be!”ler “ayip yaaa!”lar dokuluyor dilimden.  Mesela 4lu sony sarj edilebilir pil koymus.  Turkiye’de sarj edilebilir pil piyasasi nedir bilmiyorum ama ne kadar pahali olabilir Allah askina bu piller, yani tanimadigin insanlara bunlari alin yuklenin gelin dedirtecek kadar bir fiyat farki  olabilir mi?  Sonra bir dudak nemlendirici var, hangi kozmetik firmasiydi unuttum, ama oyle lukus bir sey degil Dior mior gibi.  Yani su nemlendirici rujun fiyati Turkiye’de ne kadar pahali olabilir?  Sonra vitaminler vitaminler.  Bir vitamin dukkanina gidip her raftan bir seyleri sepete atmakla esdeger o eklenenler.  Her biri de 120lik 180lik kutular, amazon.com fotograflari kucuk gorunuyor olabilir ama buyuk kutular aslinda, bunlardan 10 tanesi bir araya gelince bayagi yer tutar.  Toner, goz alti kremi, temizlik sutu, primer falan gibi cilt urunleri var, 2 tane parfum var.  abi strawberrynet.com denen bir seyden  haberiniz yok mu sizin ya?

Abime bayagi cikistim, “ya bu ne yuzsuzluk, ne bicim is bu, ayip denen seyi gectim, bunlari alip annemlere yuklemek istemiyorum” falan diye soylendim.  Acikcasi onda da suc var, arkadasina “hayir!” diyebilmeliydi.  Biz bu konudaki hosnutsuzlugumuzu ifade ettigimizde bile “gidip soyleyeyim getiremeyecekler diyeyim” demedi, “soz verdik bir kere” dedi.  Ben bu kisileri tanimiyorum ve annemlerin bile kim olduklarindan haberleri olmadigina gore abimle arkadasliklari cok samimi olamaz.  Boyle bir talebin rica degil yuzsuzluk olarak nitelendirilmesine sebep olan sey de o samimiyet eksikligi.  Ne yani, cocuk annemler amerika’ya kardesimi gormeye gittiler deyince hemen atlayip 20 kalemlik alisveris listesi mi ismarliyorsun?  Hic zahmet olur diye dusunmeden “gormemisin tanidiginin bilmemnesi amerika’ya gitmis tutmus amazon.com’u oldugu gibi ismarlamis”a varan bir acgozlu yagmaci yaklasimina girmeden once bir oturup dusundun mu?  Alisveris manyakliginin da bir siniri olmali.

Ve bir de listeye daha detayli baktigimda gozlerimin yuvalarindan firlamasini saglayan seyi gordum.  Yine ufak bir vitamin kutusu gibi gorunuyor fotografinda, ama isminden anladigimca kas yapmak icin kullanilan protein tozlarindandi.  Benim bu kas yapmayla falan hic isim olmadi da, vitamin dukkanlarinda falan goruyorum bunlarin kutularini ve gordugum kutular da boyle DANA gibi kutular. “Ulan?” dedim, gittim urunun detayli tanitimina baktim.  Harbiden de o dana gibi kutulardanmis, neredeyse 2.5 kilo!  Bunu o listeye koyarken boyutundan ve agirligindan haberdar olmadiklarini, o fotografa kandiklarini dusunmek istiyorum.  Zaten 23 kilo mu ne agirlik limiti var ucuslarda, birisine tek kalemde 2.5 kiloluk protein tozu ismarlanir mi yahu?  Ben anlamadim bu isi vallahi, ama abime soyledim, bu protein tozunu unutsunlar, onu kesinlikle almiyorum dedim.  Almayi ve annemlere yuklemeyi hic istemedigim baska bir sey de netbooklari icin canta, yilan derisine benzer ciks bir sey.  Abi, Turkiye’de yok mu bilgisayar cantasi ya?  Ne kadar pahali olabilir?  Artiz bir seye koymayiverin bilgisayarinizi, “stil” sahibi olmak istiyorsaniz da odeyin kargosunu gumrugunuzu oyle olun, ne tanimadiginiz insanlara yukluyorsunuz?

Tabii bir de su var: Amazon.com’da urunlere bakip “ayy bu cok ucuzmusss, vayy bu da cok ucuzmusss, ay sundaki indirime bakkkk” deyip her seyi almaya kalkana cahil derim.  Ha, evet, amazon’da olsun baska internet sitelerinde olsun, ucuz seyler, firsatlar yakalamak mumkun ama bazi seylere de dikkat etmek lazim.

1. Fiyatlara vergi dahil degil!  Federal sistemin bir getirisi olarak eger urunu satan sirket baska bir eyaletteyse satis vergisi eklenmeyebiliyor, ama bazi urunlerde de o vergi ekleniyor.  En kotu ihtimalle benim eyalet vergilerimi hesaplarken “su online alisveriste odemem gereken x kadar vergiyi odememistim, buyrun burada oduyorum sevgili eyaletim” demem gerekiyor.  O gordugunuz fiyat urunun asil fiyati degil yani, kdv gibi fiyata dahil edilmiyor vergiler burada. Etti mi sana x*(1+8.5%) fiyat?

2. Kargo da orada gordugun fiyata dahil degil sekerim.  Eger liste yapip elimize tutusturmak yerine zahmet edip alisveris sepetine ekleyip ismarladiklarinin asil maliyetine baksaydin, en ucuzunu bulacagim diye degisik degisik vitamin/kozmetik dukkanlarindan ismarladigin o vitaminlerin, bakim urunlerinin her birine ayri ayri kargo parasi odemen gerektigini gorecektin.  3 dolara o dudak nemlendiricisini aldigini saniyorsun da ona verilecek kargo 3 dolardan fazla bile olabilir, bir kontrol ettin mi?  Ha evet, bunlari annemlere yukleyerek uluslararasi kargo ve belki gumruk vergisinden yirttin ama benim evime gelmesi icin de bir kargo parasi odenecek.  Satici sirketten satici sirkete degisiyor fiyatlar.  Belki 10 dolarlik urunu 7ye satip 5 dolar kargo ekleyip yine bellerini dogrultuyorlar sirketler, var oyleleri.  Cunku rakiplerden 1 dolar daha ucuz diye senin urununu sepete ativeriyor aklievveller!

2.a. En azindan urunleri ayni dukkandan alaydin, bir kutuda gelirlerdi, daha ucuz olurdu kargo.  Amazon.com’dan satin aldiginiz urunlerin sadece bir kisminin amazon’un kendisinden geldigini biliyor miydiniz?  The vitamin shoppe, hatta tulumba.com gibi bilmemkac tane dukkan da urunlerini amazon ustunden satiyor.  Bu dukkan bilgisi, kargo fiyatlandimalari da urunun sayfasinda yaziyor.  Bakmazsan goremiyorsun tabii.  Amazon’da 25dolardan fazla alisveris yaparsan zaten kargo bedava oluyor, bende amazon prime var 2 gunluk bedava kargo olayi, ama tabii oradan buradan toplarsan bu firsatlardan yararlanamiyorsun.  1 dolar ucuza alacagim derken…

3. Bayat numaralar bunlar ama bayatlamis, son kullanma tarihi yaklasmis urunleri elden cikarmak icin cilgin indirimler yapilmasi bilinen bir numara.  O 50 dolarlik protein tozunu neden 5 dolara satiyorlar diye bir sorar insan kendinie degil mi?  Ha bu bir oyuncak, bir canta (yani son kullanma suresi olmayan bir sey) olsa anlarim cilginca ustune atlamani da, protein tozuydu, vitamindi hatta kozmetik urunleriydi… bunlarin bir omru var.  Hic “bozuk” parfum koklamadiniz mi, iyyy.

Daha incelikleri de vardir isin, simdi daha fazla dusunup yazasim yok.  Henuz ismarlamadim bu elemanin ismarladiklarini.  Abime git bu vergi ve kargo olayini bir soyle de ona gore karar versinler dedim, bu yuzsuzlukle “aa ama bizim o masraflardan haberimiz yoktu, bilseydik ismarlamazdik” deyip vermezlik bile edebileceklerini dusunuyorum.  Diger yandan da bunca seyi nasil goturecek annemler onu dusunuyorum.  Bizimkiler gayet compact gelmisler, birer orta boy valiz o kadar (kassan carry on diye alabilecegin boydalar).  Kendi giysileri var, benim icin getirdikleri ivir zivirdan bosalan yere de yegenim ve kendileri icin aldiklarini koysalar baska bir seye yer kalmayacak ki zaten?  Siz siz olun, sirf yurtdisinda yasiyor/ yurtdisina gitti diye tanidiginiz tanimadiginiz insanlardan sacma taleplerde bulunmayin, samimiyetinize gore bir siniri var hos karsilanacak taleplerinizin. Bu konuda yalniz olmadigimi biliyorum, cunku bir arkadasimin evinde de gordum boyle bir belali durum.  Internetten bir koli bir seyler almis yollamis bunlarin adresine birisi, o koliyi bir sekilde tr’a getirmelerini/yollamalarini bekliyor.  “Az ye de hamal tut!” demek lazim boylesine.

Neyse, iste boyle.  Insanlarin aradaki hukuku asan taleplerde bulunmasi bence yuzsuzluk ve buna maruz kalmak hic hos degil.  Son zamanlarda ayni yuzsuzlugu “face”book’ta da goruyoruz.  Insanlar burada arkadaslarinin hayatlarindaki gelismelerden haberdar oluyorlar, iletisiyorlar, paylasiyorlar, bunu birakip gitmek istemezler varsayimindan yola cikarak bize ait bilgileri onunla bununla paylasma sekillerine devamli yenilikler getiriyorlar.  Bir bakima haklilar, hic ilkokul arkadasi bulamamis olabilirim ama liseden, universiteden pek cok arkadasim ekli.  Mesafeler yuzunden gorusme, iletisme firsati bulamadigim kisiler nerede ne yapiyorlar bilebiliyorum kolayca sayesinde.  Ama facebook vazgecilmez mi?  Kac yildir aliskanlik oldugu dogru, ama vazgecilmez degil.  Ve su son gelismelerden sonra artik benim sinirlarimi bayagi bayagi zorladigini soyleyebilirim.

Bir kere ismimizin, profil fotomuzun, “fan”i olugumuz seylerin ve networklerimizin kamu bilgisi (herkese acik public information) olmasi ne demektir?  Hadi,insanlarin fb’a girip bizi aratip profilimize girip bu bilgileri -privacy/gizlilik ayarlarimiz maxta olsa bile- gorebilmelerini gectim, bu bilgileri diger anlasmali web sayfalariyla paylasmalari da nereden cikti?  FB uzerinde bazi bilgilerimin “public” olmasini kabul etmem, bu bilgileri git otomatik yelp.com, people.com gibi sayfalara gumus tepside sun benim itirazim yok anlamina gelmiyor ki? (Opt-out’u secince de bir sekilde ise yaramiyor nedense?)  Dur bakalim, “connections” ayagina bir takim yenilikler daha gelecekmis, bu gelen yeniliklerle bana ve arkadas listemdekilere kisitli oldugunu dusundugum bilgilere biraz daha burnunu soksun, o zaman veda zamaninin geldigine karar verebilirim.  Networklerimden ciktim, “pages”larimdan vazgectim, istegim disinda kamusal yapilan bilgilerimden ben vazgectim.  Ne bileyim, destekledigim seylerden (mesela kedi evleri projesi) kendimi ayirmak zoruma gitmis olsa da, kedi evlerini destekledigimi istegim disinda ona buna duyuran fb’a gicikligim agir basti.

Tavsiyem, fb privacy/gizlilik ayarlarina bir gidin, profilinizin herhangi birine nasil gorundugunu goseren bir dugme var ona tiklayin.  Sasirabilirsiniz.  Mesela birkac ay onceki bir duzenlemeyle -sozde gizlilik ayarlarinda kullaniciya daha cok kontrol sagliyorlardi- fotograf albumlerinizin hepsinin ayarlarini tek tek yapmaniz gerekiyor artik.  Bunu es gectiyseniz, aylardir albumleriniz default herkese acik.  Gerzekler, boyle bir duzenleme yaparken defaultu onceki ayar neyse ona ya da “sadece arkadaslarim”a getirmeyi dusunememis, “everybody” yapmislar (ya da kasitli bir secimdi bu, oyleyse yuh!).  Facebook da aramizdaki hukukun sinirlarini zorlayan taleplerde bulunuyor devamli ve bu yuzsuzlugu giderek daha fazla batiyor.

Yuzsuz insanlara son sozum su: cekirge bir ziplar, iki ziplar…

Karada yasayip da ayak sahibi olacak kadar evrilememis hayvana saygi duyamam

Hayvanlari esit sekilde sevmemizi gerektiren bir sosyal kural yok diye biliyorum.  Ben de belirli hayvanlara gicik olma hakkimi surunegelen hayvanlardan yana kullaniyorum. Yilanlardan igrenirim ama onlardan bahsetmiyorum.  Bir onceki yazida bahsettigim yivranc yaratiklardan ve sayelerinde edinmeme gerek kalmasa cok daha mutlu bir hayat surduruyor olacagim bilgiler edindigim yivisyivisliklardan bahsediyorum.  Evet, salyangozlar ve sumukluboceklar, duyun sesimi!  Sizden nefret ediyorum.

Arkadasimin kizkardesi kucukken bu salyangozlari toplayip arabaya koyup gezdiriyormus.  Hatta salyangoz ve sumuklubocek arasindaki farki ogrenmek icin eksi sozluge baktigimda gordum ki millet bayagi bayagi salyangozsevermis.  Evcil hayvan gibi besleyenler neyler.  Iste bu salyangozseverler bunu duymaktan pek hoslanmayacaklar ama “Bu bahcede 30bin sumuklubocek olduruldu bir milyon da salyangoz!”   Topla, tufekle, agir sanayi hamlemle gelemedim ama kahvemle, biramla, sluggomla geldim!

Son yaziyi yazip post ettikten sonra, gece demedim, uykum var demedim cikip patlican fidelerini kontrol edeyim dedim.  Kamp icin kullandigimiz kafa lambami takip ciktim, isigi fidelere tuttum ki ne goreyim?  Abbb-booovvvv!  Daha sonradan sumuklubocek oldugunu ogrendigim kabuksuz salyangoz diyebilecegimiz 1cm boylu yaratiklar sarmisti her yanini fidenin.  Daha dogrusu fideden ne kaldiysa onun.  Vicik vicik vicik.  Ha bir de ortalikta salinan kabuklu, hem de irice, salyangozlar vardi.  Gecenin o saatinde yapabilecegim pek bir sey yoktu ama patlicanlari da oyle kaderlerine terkedemezdim.  Gunduz biraz arastirma yapip kahvenin, daha dogrusu kafeinin, bu elemanlara pek iyi gelmedigini ogrenmistim.  Kim bilir ne zamandan beri buzdolabimda yer isgal eden ve orada bulunma suresini hatirlamamamdan bayat oldugu cikarimini rahatca yapabilecegimiz turk kahvesini kulanabilecegimi dusundum.  Aldim, kahveyi fidelerin etrafina serpistirdim, fideleri hafif sallayip uzerindeki yaratiklarin dusmesini de sagladim, gerisini de kahveye havale ettim.

Sabah kalktigimda bu yavsak hayvanlarin bahcemde cirit atmasina bir son vermeye kararliydim.  Kahve azicik ise yaramis ama tam bir cozum olmaktan uzakti.  Sumuklubocekler ortalikta yoktu ama gunduz olmasina ragmen, kabuklular hala orada burada bol miktarda vardi.  Doldurdum bir kovaya su, attim icine biraz deterjan biraz kahve, topladim topladim salyangozlari icine attim.  Tavsiye edilen bir yontem topraga bira dolu bir kap yerlestirip tuzak kurmakti.  Bu yaratiklar biraya (aslen mayaya) hastaymis, biraya gelip icinde boguluyorlarmis.  Ama dolan kabi bosalt et uzun is diyerek bogma isini bu sekilde gerceklestirmeye karar vermistim.  Lakin hayvanlar kolay kolay da bogulmuyor, kabin kenarlarina yapisip yukari dogru tirmanmaya baslayiveriyorlar.  Bu vesileyle hayvanlarin ne kadar hizli hareket edebildigini de gormus olduk.

Bir tane arka bir tane de on bahcede olmak uzere iki kova dolusu salyangozum var simdi.  Buralarda bir fransiz restorani olsa satar para kirardim ayol, simdi bunlardan nasil kurtulacagimi dusunuyorum.  Cop gunune kadar suda kalsinlar, cop gunu bir sekilde suyu suzdurup aticaz ama nasil olacak o is bilemiyorum.

Toplamakla bitmiyor, iki gun cilginlarca toplayip bogduktan sonra bu ise bir son verdim.  Sluggo denen salyangoz/sumuklubocek zehirli yemlerinden aldim, yogun olarak bulunduklari yerlere doktum.  Bakalim ne kadar etkili olacak bu.  Bu arada iki tur s/s zehiri varmis.  Kimyasallarin isimlerini simdi hatirlayamadim ve bakmaya da useniyorum ama magnezbilmemneli olani evcil hayvanlar ve o salyangozlari yemesi muhtemel kus vs. hayvanlari da zehirledigi icin iyi degil.  Iron (demir)bilmemneli olani ise diger hayvanlara zararsiz, ben de ondan aldim.  Bir s/s sorununuz varsa, ilaca/kimyasala yoneldiyseniz icerigine bakmadan almayin, kullanmayin derim.

Sumukluboceginden de salyagozundan da igreniyorum, igrenc seyler (hatta bunlarin midyegillerle ayni tur olduklarini ogrendigimden kelli artik midye de yiyemeyecegim korkarim).  Bildigin nefret doluyum kendilerine lakin iki kova olu salyangoz sahibi olmaktan da mutlu degilim.  Igrenc yaratiklar olsalar da o kadar cok hayvani oldurmek vicdanimi rahatsiz etti.  Hatta sessiz sessiz surundugunu dusundugumuz bu hayvanlarin garip bir ses cikardiklarina sahit de oldum, iyice rahatsiz oldum.  Aramizdaki salyangoz ve sumuklubocek-severler (s/s-s) beni lanetlemesinler lutfen.  Eger ortamdaki s/s sayisi bu kadar artmis olmasaydi, kuslar neyler bir miktar bu nufus artisini kontrol altina alabilmis olsalardi bu katliam gerceklesmezdi.  Bir de kasindilar, bu da kayitlara gecsin.  Mutualism/karsiliklilik uzerine calisan biyologlar biliyorum.  Orada da bir “akilli ol canimi ye!” durumu hakim bahsedilenlerden anladigimca.  Yani sen benim sirtimi kasi ben seninkini ama fazla kasiyip kanatirsan zicarim aazina durumlari.  Mesela solucanlardan da igreniyorum, onlar da saygi duymadigim, gordugumde ceketimi iliklemeye hamle ettirmeyen ayaksiz hayvanlar.  Ama gencler haril haril bir toprak eseleme, havalandirma isi goruyorlar.  Ayrikotu yolarken falan yuzyuze geldigimizde ceket iliklemek olmasa da ufak bir ciglik atip, elimde ne varsa atip, yerimden firlayip iki adim geri kacma gibi tepkiler verdiriyorlar hinzirlar.  Ama bak birak solucan avina cikmayi, karsima ciktiklarinda da ellemiyorum, birakiyorum oyle.

Bu sumuklulerin ve kabuklu abilerinin ablalarinin bir faydalarini goremedim, hicbir ise yaramiyorlar.  Bilakis, sebzelerim basta olmak uzere her turlu bitkime de zarar veriyorlar.  Bak, cimleri ucundan ucundan yeseler ona da laf etmezdim, fiskiye tipli bir bitki var onun alttaki yapraklarini usul usul yeseler yine laf etmezdim ama bunlar ac gozlu cikti.  Patlicanlarima domatlarima goz diktiler.  Yoooo dostum yoooo! Bu kadari da fazla!  Bu kadar ileri gitmelerine izin veremezdim.  “Siz yanlis anlamissiniz olayi cicim” demek isterim kendilerine, “burada bir mutualism varsa siz ve bitki arasinda degil, siz ve benim aramda.  Siz benim yiyecegime goz koydugunuz anda bu iliski sona erer” diye eklerim.  Ellerimi belime koyar “Mutualism my ass (kicimin karsilikliligi)!” der, “boyle zararliya parazit denir santaj montaj santaj montaj” diye kapagi da yapistiririm!  Annem taaa Turkiye’den gelmis gul fidesi dikmis size yem olsun diye mi?  Kapitalist materyalist deyin isterseniz, bedavaya corba yok burda.  Ya lowe’s’a verdigim fide parasini verin, ya toprak oyun, havalandirin is gucuyle odeyin, boyle yivis yivis dolanip gece yildizlarin altinda parti yapip kafa bulmaktan baska isiniz yoksa, hadi nas nas!

Neyse iste, ozetle: salyangozlara olum.  Kabuklarini da alip gitsinler.  Onlardan esirgedigim hayvan sevgisini de faiziyle beraber kedilere yatiriyorum.

Bu arada su yaziya bir iki gorsel koyup hepinizin hayatini bir sureligine karartmadigim icin bana tesekkur borclusunuz haberiniz olsun.  Bu kadar igrenc bir hainlik insanliga sigmazdi, ben salyangoz katlediyor olabilirim ama bakin iste, insanligimdan cikmamisim henuz. Ehe!

Continuity and change

Turkiye hakkinda yazilan makalelerde cok kullaniyor bizim akademisyen tayfasi bu lafi.  X in Turkey: Continuity and Change gibi basliklar atiyorlar.  Devam ve degisim diye cevirebiliriz belki.  Anne ve babamin gelecegini soylemistim ya, geldiler.  O gunden beri de biraz karmasik durumlar yasiyoruz.  Bu “continuity and change” lafi da bu karmasik durumlari iyi ozetliyor.  Anne ve baba aynen her zamanki anne ve baba olunca, aramizdaki iliskiler ozunde ayni olunca bir sureklilik, bir devamlilik oluyor.  Diger yandan “baglam” farkli, yani Turkiye’de degil Amerika’dayiz, onlarin evinde (baba catisi) degil, benim evimdeyiz (arti ben evli ve kedili bir kadinim artik, hahahah!).  Bunlar da bazi degisiklikleri mecbur kiliyor.  Annemlerden bagimsiz olarak bir su basmasi surekliligi yasiyorum, once bundan baslayacagim izninizle.

Ya nedir bu sudan cektigim kardesim?  Blogu takip edenler biliyorlar ki dogu kiyisindaki gunlerimiz sirasinda bir kere gecenin bir yarisi su kazani patlamis ve ev (ve alt kattaki daireler) vicik vicik su olmustu, bir keresinde de bulasik makinesi+cop ogutucusu bir oyun oynamis, makinenin bosalttigi su lavaboyu doldurmus mutfaga tasmis, ortaligi batirmisti.  Kendi evimize geri donduk ama sular gitmemeleri gereken yerlere gitmeye ve beni deli etmeye devam ediyor.  Geldigimizden beri bahceyi elden geciriyoruz yavastan.  On tarafta, kaldirima yakin bir yerde cimler cosmus, hem yesil, hem sik, hem uzun hayallerimizin cimeni olmus.  Kocambey o bolgenin biraz gol gibi oldugunu soyledi bakinca, sulama sisteminin suyu bir sekilde orada toplaniyor diye dusunmustu.  Cukurda kaliyorsa orayi biraz dolduralim falan dedik.  Sonra o bolgeye cali turu bitkiler ekmeye karar verdik ve bahce duzenleme isini yaparken farkettik ki olayin sulama sistemiyle falan alakasi yok.  Meger o cimenlerin ortasinda bir kapak varmis.  Kapagi kaldirinca anladik ki bu eve giren ana su borusunun vanasinin oldugu cukur (evet, ana vananin nerede oldugunu ancak bu vesileyle ogrendim, buyuk rezalet!)  Cukur su doluydu, bu iste bir yanlislik vardi.  Bir sekilde bir yerden boru patlamis, su siziyordu yani!  Offffff, isin yoksa ugras.  Bir de tabii tamirler falan icin cebimden para cikacakti, ev sahibi olmanin dezavantajlari.  Iste isyankar sular yine basima dert olmustu.  (Benim bildigim bir tesisatci vardi, cagirdim, hakikaten de patlamis boru 40 cm derinlikte, su saatinden sonra (doh!) ama ana vanadan once.  Tamir etti.  Kim bilir ne zamandan beri patlakti orasi ve kim bilir ne kadar su bosa gitti (sair burada suya verdigi paraya degil, cevreci bir bilincle, harcanan suya yaniyor).

Gelelim anne baba muhabbetlerine.  Gecen sefer yazmistim ya, yolculuklarini kolaylastirma yollari diye.  Hakikaten de gayet rahat ve sorunsuz gelmisler.  Geldiklerinden beri de ya bilgisayar basinda egleserek, ya bahcenin orasina burasina giriserek, ya da dukkan dolasarak gunlerini geciriyorlar.  Ilk mesguliyet, yani bilgisayar, basta biraz zor oldu, resmen “eyvah” dedim.  Bizim evde bilgisayar vardi vaktiyle ama bir gunden bir gune basina oturmamislardi, sonra da bilgisayarlari aldik gittik.  Su devirde, Istanbul’da bilgisayarsiz, internetsiz bir ev arayan olursa adresi hemen vereyim, o sekil durumlar.  Geldiklerinin ertesi sabahi verdim babamin eline netbookumu.  Onu almamin hemen ardindan macbook’u alinca elimi surmez olmustum kendisine, direk babama tahsis ettim.  Babamda (ingilizce bilmiyor, hatirlatayim) bir takim terminoloji var, bilgisayar acildiginda windows cikti falan diyor.  Lakin windowsda cesit cesit program calistigini pek kavrayabilmis degil, kendisi icin windows Google chrome’dan ibaret sanki.  Windowsun da ingilizce olmasi pek yardimci olmuyor.  Touchpad biraz sorunlu olsa da, ozellikle tap-to-click olayini kapattiktan sonra guzelce (ama temkinli temkinli) kullanabilmeye basladi.  Bilgisayari acip soyle bir algoritma izliyor: Chrome ikonuna (renkli top) cift tikla, cikan yere (acilis sayfasi google) hurriyet/milliyet vs. yaz, enter’a bas (cikan yer google arama cubugu da olabilir, adres cubugu da, neresi eserse oraya yaziyor).  Gazetede gordugun herhangi bir linkin ustunde imlec el olunca bas.  Diziler icin direk canlidizi’den girdim olaya (bir de diziizle, diziizleyelim gosterip kafa karistirmak istemedim).  Canlidizi yaz, siteye gir, diziyi sec, kisimi sec, “tanitimi gec” tikla, ucgen’e (play isareti) bas, buyuk ekran yap.  Ilk bir iki gun dakika basi “ya bu soyle oldu” “ya bu boyle oldu” diye beni cagirdi durdu, bir noktada “offf, olmayacak bu boyle” diye pes etmek uzereydim.  Derken bir sabah bir kalktim, ooo hooo, acmis kendi kendine, isine bakiyor.  Simdi neredeyse hic bana seslenmeden gazeteler ve diziler arasinda sekiyor, kendini mesgul ediyor.  Bir skype olayi var, hesap aldim onlara, abimle konussunlar diye.  Ona da yavas yavas alisiyorlar.  Bir email hesabi aldim bir de, ondan haberleri yok henuz.  Ama facebook’a varmayacak bu is, orasi net.  Facebook lafindan haberdarlar, “arkadaslarini buluyorlarmis ya orasi” diyorlar ama ne oldugunu tam bilmiyorlar.  Bence oyle kalmasi en guzeli, yoksa sosyal networklerde anamla babamla hasir nesir olasim hic yok.  Blogumu kesfedip google reader’dan takip etmeye basladiklari gun zaten isyan ederim, kiririm bu internetleri, kimse beni tutamaz.  Generation gap diye bir sey var, mind the gap!  Baslamis olabilir ama bu internet hikayesinin eksik kalmasina itirazim olmadigi gibi bu konuda israrliyim da.

Dukkan dolasma kismi en sorunlu kisim.  Hic sevmiyorum dukkan dolasmayi, alisveris yapmayi (giyim stilime de yansiyor bu ama bir degisiklik yapamayacak kadar sikici geliyor bana dukkan dolasmak).  Bizimkiler de istiyor ki incik cincik dukkan dolassinlar, alacak bir seyleri olmasa bile fiyatlara baksinlar, her sey icin fiyatlar (gerekirse miktarlar metrik sisteme cevrilerek ve dahi dolar TL’ye cevrilerek) Turkiye’deki fiyatlarla karsilastirilsin, “yavvv burada et ne kadar ucuz, olmaz boyle sey, Turkiye’de kilosu…” seklinde yorumlar yapilsin (ve o noktada ben altyazili bir Food, Inc. bulup dayamayi cok istiyorum).  Dukkan dolasmak kadar dukkana gidis gelisler de sorunlu.  Ben acemi soforum ama ehliyeti aldigimdan beri buranin bu hizli ve cilgin trafiginde kazasiz belasiz kullaniyorum.  Babam arabada feci stres oluyor, devamli mudahalede bulunuyor. “Yavas!” deyip duruyor, lakin bu trafikte yavas gittin mi millet deliriyor.  Buna da sukur tabii, gecen seferki deneyimimize tercih ederim araba kullanmama mudahale etmesini.  Gecen sefer ehliyetim ve arabam yoktu, araba kiralamistik, babam kullanirken ben hem yol tarif ediyor hem de ne yapmasi gerektigini soyluyordum (or: sag seride gec, stop isaretinde dur, su araba gecince devam et, bir sonraki saga don…).  Bu cok ama cok yorucu ve sinir bozucu bir sey.   Neyse ki her gun her gun disari cikmiyoruz.  (Bu arada sunu da anlatmadan gecemeyecegim: Ekim ayinda abim geldiginde ben kullanayim dedi, gece yemege giderken aldi arabayi.  Ingilizce biliyor ama buradaki trafigi ve yollari bilmiyor, yine babamla oldugu gibi bir durum  oldu yani.  Bir yerden sola donecegiz, sola donus seridinden dondu, kendi seridine girmek yerine dondugumuz yolun sola donus seridine girdi, ters yone yani (Allahtan orada sola donmek icin bekleyen bir araba yoktu).  Ben panik, “saga gec, kendi seridine gec, n’apiyorsun?” diyorum, bu da gayet sakin ve laubali “Niye ki?” diyor.  Feci gicik oldum.  Kardesim gec diyorsam gec, sonra sorgula sorgulayacaksan.)

Ve bahce olaylari.  Bahceye minik bir sebze bahcesi yaptik yan tarafa.  Domates ve patlican fideleri ektik, bir de maydonoz, roka, nane ve salatalik tohumlari.  Rokalar minik minik cikmaya baslamislar bile.  Yalniz bu sabah bir baktik patlicanlarin yapraklari gitmis!  Bahcede cok salyangoz var, ben onlari zararsiz saniyordum, megerse gaaaayet zararlilarmis.  Buradan da duyuruyorum, salyangozlara savas actim.  Topumla, tufegimle, agir sanayi hamlemle gelecegim!!!  Yok olmadi, biramla gelecegim!  Vallahi saka degil, biraciymis bunlar.  Bir kaba bira koyup kabi hafifce gomuyorsun, bunlar da biraya yumulmak icin gelip icine dusup boguluyorlar.  Yar etmem o fideleri size!  Igrensem de cekici alip tekeer tekeer o kabuklariniza indirmekten de cekinmem.  Ben bu salyangoz sorununun bu kadar ciddi oldugunun farkinda degildim, kabuklarini goruyordum etrafta sadece.  Gecen gece “uyy, sabah cop toplayacaklar, cikarmayi unutmusum” diyerek kendimi gecenin 12sinde sokaga vurdugumda bir baktim, o hooooooooo! Evin onunde resmen salyangoz partisi var.  Yani benim evin onu olmus salyangozlara siz deyin reina, ben diyeyim babylon.  Gunduz kabuktan ibaret takilan bu yivranc yaratiklar gece tamamiyle cikip resmen “BOY” gosteriyorlar, anten gosteriyorlar.  Igrencler.  O goruntunun ustune bir de patlicanlarima ettiklerini gordum ya… Sictim olm agziniza sizin, pis yaratiklar!  Allah yaratti demem!

Akibeti belirsiz sebze bahcemiz haricinde iste vananin civarindan cimleri sokup “dwarf myrtle” ektik, buyuyunce cit gibi olacaklar abisi.  Yan tarafta cim cikmayan, ciksa da egimli olusu sebebiyle bicmesi cok zor olan bir bolge var. Orayi capalaya capalaya temizledi annemler gecen gun, gul falan ekecegiz oraya, yere de ya groundcover turu bir bitki (katir tirnagi “groundcover”dir mesela) ya da direkt “mulch” denen agac kabugu kiymigi koyacagiz.  Bakalim iste bir seyler yapacaklar daha burada kaldikca.  Bahce isleri onlari yoruyor biraz ama hoslarina da gidiyor. Havalar da guzel, gunesli ama bunaltici sicak yok, tam onlara gore.

Son olarak bir “change” durumundan bahsedeyim.  Kedikizimla ilk defa tanisiyorlar annemler.  Hala da “kedi tuyu” olayina alisabildikleri soylenemez, kedinin “pis” oldugunu dusunuyorlar.  Atiyorum, kediye dokunduktan sonra elimi yikamam gerektigini dusunuyorlar.  Diger yandan kizim mesafeli ve magrur bir kedi olsa da asaletiyle gonullere bayragini coktan dikmis durumda.  Bunda annemin bir torun hasretiyle yanip tutusuyor olmasi, icindeki bu yangini sondurmeye yegenimin yetmemesi de etkilidir tabii.  Kediye ben cocugum gibi davrandigimdan o da torunu gibi davranmaya basladi, ve hatta kediyi kendisinden kiskaniyorum, sakiniyorum, kediyi ondan sakliyorum gibi sanrilarla trip bile atmaya basladi (Torunumu benden kaciriyorsun muhabbeti vardir ya oyle).  Halbuki olay benimle degil, kediyle ilgili.  Kedicigim cok urkek, bana alismasi bile bayagi zaman aldi.  Ben dedim ki, ilgi gostermeyin, yok gibi davranin, sakin uzerine gitmeyin, sevmeye kalkmayin, kucaginiza almayin.  Cunku biliyorum ki boyle yaparlarsa kedi hem stres olacak, mutsuz olacak hem de 1 ay boyunca onlardan kacip yatak altinda takilacak.  Kendi haline birakirlarsa yavas yavas yanasir onlara.  Ben sevmeyin, dokunmayin dedim diye “aman ne kiymetli kedin var, cocugun olsa onu da gostermezsin sen bize vs.” muhabbetler dondu. Imdaaattt!  Kediginemi soracak olursaniz, idare ediyor.  Yavas yavas alisiyor.  Boyle ikircikli ortamlar ve durumlarda hep yaptigi gibi bana duskunlugu artti.  Ya yatak altinda takiliyor, ya da koltuktaysam arkamdaki yastigin tepesinde, calisma odamdaysam odanin bir yerinde uyukluyor.  Evimize dondugumuzden beri kucagima gelip oturmamisti ama gecen gun durup dururken gelip kucagima cikti yine.  Bir de sabahin 5inde yorgani patileyerek kaldirmami saglayip sonra da icine girip govdeme yaslanma isine agirlik vermis olmasa her sey gulluk gulistanlik olacak ama uykumun en tatli yerine bu mudahaleden cok hoslandigimi soyleyemeyecegim.

Boyleyken boyle.  Benim dogu kiyisi jet lagim uzerine annemlerin jet lagi eklenince erken yatip erken kalkar olduk.  Fena da olmadi aslinda, erken kalkan yol aliyor zira.  Simdi de gidip yastigima baskoymak uzera ciao diyorum.  Yataga gidis saatlerimiz “change” ornegi olsa da, ayakucumda pisikedi ile uyku “continuity” ornegi.  Iste bunu seviyorum!

Bahar

Dogu kiyisinda gecirilen soguk, karli, yagmurlu, kapali havali bir kistan sonra baharin gelisi insani daha bir mutlu ediyor.  Esegimi once kaybedip sonra bulmuscasina sukran ve mutluluk doluyum.  Bu satirlari da bahcemizde esen ruzgara ragmen usutmeyen bir hava esliginde keyif yaparken yaziyorum.  Palmiyelerin yapraklari ve ne oldugunu bilmedigim mor salkimlar ruzgarda siril siril dalgalaniyorlar.  Komsunun sayko kopegi kendi kendine havlamasa iyice huzur verici bir ortam olacak, artik o kadari da kadi kizi kusuru olsun.

Kuslar neredeler onu merak ediyorum, sabahlari civir civir dolaniyorlar ortalikta, bu saatte yok kus mus.  Hatta bu sabah iceride bahce kapisinin hemen karsisina denk gelen kanepede oturmus telefonla konusurken bir hummingbird/sinekkusu (arikusu degil) gordum.  Eskiden oturdugumuz yerde bu kustan bayagi olurdu, ama burada herhalde ilk defa goruyorum.  O minnacik bedenle, o kadar hizli hareket eden kanatlarla bir hos yaratiklar.  Eyyyy yimirtaya can veren rabbiimmm moduna girmeden, sinekkusu hastasi Mitfakcibasi arkadasima bir selam cakip bu bahsi kapatayim.

Evimize geri dondugumuzden beri hava serinceydi, yagmur falan yagdi hatta.  Ulan dedim, gelirken boktan havayi da mi getirdim?  Neyse ki duzeldi.  Iki aksamdir 5 cayimizi yapip bahcede iciyoruz.  Lakin cay zevkimize limon sikan bir olay var, o da cayimizin bitmis olmasi!  Normalde Turk cayi ile (cay cicegi) Twinnings ya da Ahmad Tea’nin Earl Grey’ini harmanlayip yapiyoruz cay, ama Turk cayimiz bitmis, buradaki ortadogu marketinde de yoktu.  Sirf earl grey de cok super olmuyor dogrusu.  Cuma gunu sehre iniyoruz (hahahhaa!), oradaki dukkanlari deneyecegiz.  Cay bulana kadar dolaniriz artik.  Tulumba opsiyonu var en kotu ihtimalle ama shippingleri odeyesim yok.

Cuma gunu yapacak cok isimiz var, cay seferi disinda.  Sehre asil gidis sebebimiz bir sureligine beni ziyarete gelen annem ve babami karsilamak.  Cuma gec vakitte varacaklar.  Hazir havaalani icin gitmisken bir de konsoloslugun kapisina dayanip evliligimizi tescil ettirmeye calisacagiz, bakalim ne olacak (bu konuda bilgilendirici bir yazi yazarim birkac gun sonrasinda sanirim).  Konsoloslukta isimizi bitirip havaalanina yollanma arasinda da iste Turk urunleri pesinde kosmacalar, “Farmers Market”taki sufer mamalardan hangisi ile karnimizi doyuracagimizi sasirmalar, belki sahilde bir iki tur…  Konsolosluk disinda direk sefa pezevenkligine vuracagiz yani.  Umarim trafik tikanikliklarina kalmayiz da sefamiz bozulmaz.

heyo bahar geldikis bizde taze bitti, dagbaslari hala karli

Evettt, annemler geliyor.  Sunca yildir bu ulkedeyim, sadece 1 kere geldiler, o da mezuniyetime.  Mezuniyetim minik dugunumden daha sasali oldu (annemler duguncuge gelemediler)(Olacak tabii, yillaaar yili ikindik o gune gelinceye kadar).   O zaman geldiklerinde kampuste kic kadar bir studyo dairem vardi, annem babam abim bir guzel tikilmistik, hahaha.  Simdi “ev”lendik malum, istiyorum ki gelsinler, soyle yayilalim beraber, bahcede 5 caylari icelim.  Tabii art niyetlerim yok degil.  Alan razi satan razi bir durum yarattim, anneme bahcemi elden gecirtecegim.  Annem –daha onceden de bahsetmistim– cicek bocek manyagi bir insan, elini degdigi bitki canlaniyor falan.  Tam da bahar, bahcede cilginca ihmal edilmis bitkiler cicek acmislar (ve bazi yabani otlar boyum kadar olmuslar!).  Annem gelsin, bir el atsin, adam olsun ilgisizligime ragmen cicek acmaktan geri kalmamis bitkiler.  Hatta yeni bazi seyler de dikme planlarim var, mesela domates maydonoz nane gibi seyler dikmek icin bir mini sebze bahcesi ayirmistim yan tarafa, mesela portakal, limon, avocado gibi meyve agaclari diksem ve bir iki seneye meyve vermeye baslasalar.  Ahhhh, ah bir de yesil erik agaci fidesi bulabilsem, hayalim o.  Anneannemin bahcesindeki gibi bir erik agaci.  Neyse iste, annemin ellerinden operler.

Eh, tabii anne gelecek diye soyle bir bahar temizligi yapmak icabetti.  Yoksa geldigi gibi kendi girisir, kocaman evi adam edecegim derken perisan olur.  Onun yerine ben perisan oldum.  Daha butun temizlik bitmedi bile, misafir odasi, banyolar ve mutfak tamam da oturma odasini falan da temizlemem lazim.  Ay neyse,  hep anneme derdim, “ya butun evi bir gunde temizlemek zorunda degilsin ki, bir gun bir yeri temizle, ertesi gun baska yeri!”  100% temiz ve pak bir evin icinde mis gibi dusunu alip mis gibi kokan carsaflarin icine girip yatmanin keyfi bambaska, biliyorum ama dana gibi evi bir gunde temizlemeye kalkmak intihar gibi.  Diyeceksiniz ki, “Cimri Sapkaci olmaliymissin sen, temizlikci eleman cagirsana!”  Ya cimrilikten degil vallahi, control freaklikten.  Elemanlarin yaptigi temizligi begenmeyecegim, peslerinden ben yine temizleyecegim, ne anladim o isten?  Sagolsun kocambey isin ucundan tuttu biraz, onun arkasindan temizledim bir iki seyi, bu seferlik boyle idare ettik.  Annem ne diyecek bakalim.

Simdi merakla bekliyoruz bakalim.  Ilk gelislerinde yanlarinda abim vardi, o yuzden aktarmada vs. dil sorunu yasamadilar.  Ikisinde de ingilizce sifir, bakalim bu sefer ne yapacaklar.  Iste size bitirirayak ingilizce bilmeyen anne-babaniz sizi ziyarete geliyorsa aklida bulundurulacak seyler tavsiye listesi yazarak gercek hayatta da gaaayettt faideli bir blog oldugumuzuuuuu gosteriyoruzz.

1. Bulundugunuz sehre Istanbul’dan direkt ucus varsa super, Turkiye’de biner burada inerler.  Ama eger bir aktarma yapilmasi sartsa mumkun mertebe bu aktarmayi Avrupa’da yapacaklari sekilde bilet alin.  Atiyorum San Francisco, Los Angeles, Atlanta vs. sehirlerse son nokta, New York veya Chicago’dan oraya aktarma yapmalari yerine Frankfurt, Amsterdam vs. Avrupa sehirlerinde aktarma yapsinlar.  Sebebi basit: Eger aktarma Avrupa’da olursa valizleri son varis noktasina kadar hic gormuyorsunuz, otomatik aktariliyor.  Ama Amerika icinde aktarma yapmalari gerekirse, pasaport kontrolunden sonra valizlerini alip gumrukten gecip sonra tekrar Amerika ucusunu yapacaklari sirketin bankosunda teslim etmeleri gerekiyor.  Pasaport kontroluydu, bagajdi, bilmemneydi vakit alabiliyor, iki ucusun arasinda yeterli vakit yoksa kacirirlar baglantiyi alimallah.  Dil bilmeden bu valiz alip verme yeterince sorunlu bir surec, bir de zaman kitligi varsa eyvah.  Aktarma Avurpa’da olunca, siz bagajlarin orada beklerken onlar ne kadar uzun surerse sursun rahatca pasaport ve gumrukten gecip yaniniza geliverirler.

2.  Ben kisacik bir mektup yazip yolladim.  Mektubu pasaport kontrolu sirasinda USCIS gorevlisine verin dedim.  Kisaca “Annem ve babam dil bilmiyorlar, bu mektup yardimci olabilir. Ben CilginSapkaci, legal olarak burada yasiyorum, su isi yapiyorum.  Annem X ve babam Y Istanbul’da yasiyorlar, su kadar sure ziyaretime geldiler, su adresteki evimde olacaklar, donus biletleri su tarihe.  Eger iletisim sorunu yasarsaniz cebimden arayin numerosu su.”  O yasta bir ciftin terorist olma ihtimali sifir oldugu icin dertleri “Bunlar gelip de kalmasinlar?” olacaktir.  Eger donus biletleri neyleri varsa sorun olmamali bu.  Tabi cep telefonumdan beni aramalari falan mumkun degil ama yine de yazdim, n’olur n’olmaz.

3.  Bu aslinda 2. maddenin devami ama yine de ayri yazayim.  Hamile takibindeyim ya hani, bunu da blogcu anneden ogrendim.  Onun annesi de bebek dogumu icin gelecekmis.  Vize gorusmesi sirasinda torun gormeye gidiyorum, torun sevecegim, torun bakacagim gibi seyler soylememek gerekiyormus.  Pasaport kontrolu sirasinda da bebek mebek lafi etmesinler bebek icin gelen anne-babalar.  Bunu annesi yakinda gelecek diger hamile arkaasima soyluyordum, kocambey de tasdikledi.  Bir keresinde Istanbul’daki konsoloslukta vize gorusmesi icin beklerken yaslica bir teyze baslamis aglamaya.  Meger torunu olacakmis, o da torununu gormeye, yardimci olmaya gitmek istiyormus.  Gorevli “Kusura bakmayin veremeyiz” demis, direk reddetmis kadini.  Kadin torunumu goremeyecegim diye orada aglamis durmus.  Sanirsam sebep Amerikali birinin yapabilecegi bir isi yapmaya niyetli olmasi anneanne adayinin.  Cocuk bakiciligi bir meslek sonucta ve torun morun dinlemiyorlar, sanki kacak isci olarak calismaya gelmek istiyor diye algilaniyor torun bakmak istyenler bence.  Garip ama gercek!

4. Bu da hic aklima gelmeyecek bir kolaylik.  Her yerde, her havayolunda, her havalimaninda gecerli olmayabilir ama denemeye deger.  Kayinvalidem bahsetti bundan da.  Kendisinin de Ingilizcesi yok gibi.  Yaninda bir arkadasiyla Kanada’daki kizini (gorumcem olur) ziyarete gittiginde donuste havalimaninda check-in yaptirirken gorumcem gorevliye “Bunlar dil bilmiyor, aktarma sirasinda yardimci olacak birileri ayarlamak mumkun mu?” demis.  Gercekten de aktarma yaptiklari Avrupa havalimaninda (hangisiydi unuttum) ucaktan indiklerinde soyisimleri yazili kart tutan biri bunlari karsilamis, havaalanlarinda gordugunuz o golf arabasi gibi arabalarla diger ucus kapisina kadar goturmusler.  Ben de bizimkilere bunu soyledim, bakalim onlar da yardim isteyince boyle bir servis alacaklar mi.  Bazilari isi garantiye almak icin dil mil demeyip, direk sakat, yurumekte zorluk cekiyor diye tekerlekli sandalye istiyorlarmis.  Bu da aklinizda bulunsun.

5. Turkiye’den gelen annelerin yuregi elvermedigi icin her turlu seyi valize tikip getirmek istiyorlar.  Gumrukten gecerken sorun olmamasi icin “Getirme bisi cicim!” deyin, israr edin.  Yureginiz kanaglasa, akliniz gelecek sucuklarin hayaliyle kavrulsa da yapin bunu.  Bizimkiler “ohh, bacceye dalcaz” diye heves edip domates salatalik tohumu falan almislar.  Dedim sakin getirmeyin.  Cunku lokum, kurabiye hadi neyse de tohum, meyve vs. kes-sin-likle yasak.  Adamlar floralarinin yabancisi bitkilerin ulkeye girmesine engel olmaya calisiyorlar, anlasilir bir kaygi (normalde eyaletlerarasi meyve gecirmek bile yasak aslinda).  Gumrukte normalde ucakta doldurulan kagidi verip geciyorsunuz ama olur da bir sekilde kenara cekiverirlerse sorun olmasin.  Bir keresinde benim valizde seftali seklinde sabun vardi, sus sabunu.  Yanilmiyorsam arkadasin ailesi ona yollamisti, benim bile degildi.  Artik nasil olduysa bunu farketmisler (!?! hicbir fikrim yok).  Valizimi xray’den gecirdiler, meyve mi var dediler, yooo dedim.  Sonra jeton dustu, ya o sabun dedim, seftali seklinde.  Sanirim x-rayde gordukleri ile sabun olduguna ikna oldular.  Ben bunlari yasarken yan taraftaki xray cihazinin basinda bir dram yasaniyordu sevgili okur.  Asyali orta yasin ustunde bir cift valizlerinden cikan koccamaannn baligin izahatini gorevliye vermek isteyip verememe caresizligi cok aciydi.  Vakumluydu balik, sanirim kurutulmus balikti ama gorevli “alamayiz, yasak, bunu burada birakmak zorundasiniz” falan diyor, dediklerinin bir kelimesinin bile anlasilmadigini gorerek o da caresizlige dusuyordu.  Ben gectim gittim, Asyali cift ve baliklari ne oldu bilmiyorum.

6. Amerika’ya giriste pasaport kontrolu ve gumruk icin doldurulmasi gereken formlar var I-94 ve customs declaration.  Bunlarin turkce tercumeleri THY dergisinde vardir ama diger havayollariyla geliyorlarsa images.google.com’dan bulun birer kopyalarini, paint gibi bir programda ustune turkcelerini yazin maddelerin, emailleyin.  Bir ciktisini yanlarina alsinlar, ucakta baka baka doldursunlar!  Ona buna hosteslere “su ne bu ne?” diye sormalarina degmez.

7.  Bu yolculukla ilgili degil de, gelen dil bilmeyen anne-babayi kaldiklari sure boyunca mesgul etmek ile ilgili.  diziport.com, diziizle.com, diziizlyelim.com, canlidizi.com diyorum.  Ahahahah.  Bizimkiler ilk geldiginde NTV ve TRT’nin cok da super olmayan canli/streaming yayinlari disinda pek bir sey yoktu, saat farki da olunca sacma sapan seyler oluyordu ekranda.  O ziyaretlerinin ustunden cok da vakit gecmedi ama internet ortami cok hizli evriliyor.  Annenize Ask-i Memnusundan, babaniza ana haber bulteninden ve yemekteyiz’inden geri kalmayacaklarini mujdeleyebilirsiniz.  Ve dahi bir suru Turkce alt yazili yabanci dizi ve film de var.  Benim evde TV yok, sanirim arkadaslarin kullanmadiklari bir TVyi bir sureligine odunc alip bilgisayara baglayarak bizimkilere eglence saglayacagim.  Olmadi benim diger bilgisayarin basina oturturum. Biz hep bilgisayardan izliyoruz bir sey izleyeceksek, onlar da kafa kafaya verip izlesinler dizilerini neylerini.

Iste boyleee.  Hava karariyor artik, karardikca da serinledi ortam, iceri kactik.  Simdi gidip su misafir odasini tamamlayayim, yikanmis nevresimleri gecirip havlulari asayim.  Pek heyecanli.  1 ay sonunda daralmis olmam umarim.  Anne-baba, ozellikle de dil sorunlari yuzunden devamli bana tabi oldugu icin daralmistim onceki gelislerinde bir yerden sonra.  Ama bu sefer 7. maddedeki unsur ve bahce kozum var, dil ihtiyaci olmadan kendilerini eglendirebilecekleri ortamlar bu sefer mevcut yani.  Bakalim ne olacak.  “Torunlari” kedikizginem ile de ilk defa tanisacaklar.  Bakalim annem “Iyyy, her yer tuyyyy!”u asip kedicigi bagrina basabilecek mi, ehhehe.

Aa, dunku cay keyfimiz sirasinda bir iki foto cekmistim cepten, onlari da bir yerlere serpistireyim bunu yollamadan.

Kediyle yolculuk yapmak

Yine kedi yazisi, kedisevmezler ilk iki paragraftan sonra okumayi birakabilirler. O ilk iki paragrafta da biraz bik bik edeyim diyorum.

Blog yaziyorum ya burada?  Yok kedimle dogu kiyisindan bati kiyisina uctuk, yok bahcede cicek acmis ama ayrik otu yolarken solucan cikti, yok magaralarda surttum, yok Kanadalilar kimlik bunalimindalar falan.  Arada dusunuyorum, “Ulan boyle sunu yaptim bunu ettim diye yazmak biraz megalomanlik, hatta megalomallik mi?” diyorum.  Ama burada ne yaptigim konusunda suphem olmadigi icin iki saniyeden fazla surmuyor.  Kendim calip kendim oynuyorum, arkadaslarim da okuyor.  Arada bayagi bayagi enteresan arama sozcukleri kullanip google’dan gelenler oluyor ama onlar da cikan yaziyi okumadan bir daha donmemecesine gidiyorlardir.  Universite icin sehir degistirince lisedeki kankamla mektuplasirdik, uzuun uzuuun ne oldu ne yaptim anlatirdim (o zamanlar email yoktu, dinozor oldugumu bilmiyor miydiniz?).  Bunu da biraz onun modern versiyonu olarak goruyorum dogrusu.  Bir sekilde rastlayip gelen olursa da 5-6 saatlik ucak yolculuguna kediyle cikan insanlarin basina neler geliyor ogrenir, daha rahat bir yolculuk icin neler yapilmasi gerekiyor ders alir.

Gelelim sadede.  Gecen hafta gazetelerde orada burada gormussunuzdur haberi, Iclal Aydin gazetedeki kosesinde eski kocasina giydirmis kiskancliga girip.  Turkiye’de bir kadin kose yazari turu var, laylaylom yazarlar diyebiliriz.  Kisisel bloglarina yaziyormus gibi yaziyorlar, hatta dogrusu yazdiklarinda ogrenecek, ders alacak bir sey de olmuyor.  Ayse Arman bu turun prototipi diye dusunulebilir ama en azindan roportajlari var onun.  Diger “ornek”lerin roportajlari da yok.  Uzerlerine fazla gidemiyorum, cunku okumuyorum elemanlari boyle skandal yazilar yazip mansetlere cikmadikca.  Bu son Iclal vakasindan sonra burada blog yazdigim icin megalomal miyim falan diye sormam asla.  Bu megalomallarin yaninda benim iki gidim megalomanim varsa da esamesi okunmaz.  Sevgi pitircigi takil takil sonra da ulke capinda bir gazetede eski kocana giris kosende, en kisiselini oyle ifsa et.  (Ha ben normalde okumadigim halde okumadim mi hatunu? Okudum.  butun skandali muahahah diye okudum ama gazeteye para vermis olsam feci gicik olurdum bu ne lan diyerek.)

Neyse bik bik etme kismi bitti, yasasin kediler.

Aralik sonunda kedikizi da alip dogu kiyisina gitmistim.  Ucak yolculugu bekledigimden cok daha kolay olmustu yalniz basima olsam da.  Bizim hanim veterinere gidis ve gelislerde o 20 dakikalik yol boyunca mevv mevv mevv aglar, aglamaya ara verirse de heh heh heh diye nefes nefese kaldigini duyarim, o yuzden bu mecburi yolculuklar hep icimi paralar, hep omrumden yillar goturuyormus gibi hissederim o ziyaretlerin.  3 ayligina evimizden ayri olacaktim, kediyi evde birakmak aklimdan bile gecmedi.  Yaz tatillerinde birkac hafta Tr’a falan gittigimde bir sekilde bakacak birilerini ayarlayip birakiyorum ama uc ay cok fazla.  O kadar ayri kalmak istemem, o da istemez sanirim.  5-6 saatlik bir mutsuzlugu sineye cekeriz artik dedim.  Nitekim gittik, 3 ay dogu kiyisinda yasadik, onceki yazilardan biliyorsunuz belki, usuduk, kara doyduk.  Sonunda eve donus vakti geldi.

Gidis yolculugumuzda havaalanina gitmek icin saat sabahin 3u gibi yola koyulmustuk.  Vakitsiz bir saatte kalkmami yadirgayan kedi “n’oluyoruz yaa?” dercesine pesimden gelmis, yataga gitmeyip salonda oturmama bakip “e iyi madem ben de seninle burada takilayim” demisti.  Sonra birden tasima cantasina girince miyavlayarak protesto etmisti.  Havaalani yolunda biraz miyavlasa da canta kucagimda oldugu ve cantanin uzerinden ona dokundugum icin sakinlesmisti.  Burada kedilerle yolculuk icin iki kritik noktayi acikliyorum: 1. Gece yolculugu 2. Kutunun boyutu.

Birincisi cok basit: Gece yolculugu yapinca kedim de ben de daha rahat ettik.  Etraf karanlik olunca bir sekilde daha sakindi.  Gidiste gecenin bir vakti yola ciktik, sabah vardik.  Ucak vs. olayina ilk girdiginde gece vaktiydi, kabin isiklari da kapaliydi.  Kalkis ve inisler disinda pek sesi cikmadi, o heyecanli “heh heh heh” nefes nefese kalma durumu hic olmadi.  Gelgelelim donuste aksam vakti yola ciktik, daha havaalanina giderken bizimki fittirdi.  Cantasi kucagimda, elimi iceri sokup seviyorum ediyorum i ih. Miyavlamasa da heh heh heh.  Resmen isyanlardaydi.  Ucus kapisinda beklerken sessizdi ama ucaga binince yine mutsuzlugunu ifade etti.  Kalkistan sonra da (arabadaki kadar olmasa da) miyavliyordu ve nefes nefeseydi.  Sonunda “Su kiza bir karanlik oda yapayim” dedim ve havayolunun dergisini kabinin isiginin cantanin icine suzulmesini engelleyecek sekilde yerlestirdim.  Bu bir nebze ise yarasa da asil fark havanin kararmasi ile oldu.  Bu arada aktarmayi yapmis ikinci ucagimiza gecmistik.  Kabin isiklari kapaliydi.  Kalkis, inis ve kisa bir turbulans disinda pek sesi cikmadi bizimkinin.  Sesi cikmadigi gibi nefes nefese halleri de gecmisti.

Ikincisi icin biraz dikkatli olmak lazim:  Kediyi tasiyacak bir kutu veya canta gerekiyor, bu kutu/cantanin da ondeki koltugun altina girebilecek boyutta olmasi gerekiyor (havayollarinin sayfalarinda boyutlar belirtilmis).  Benim kedikizim genc irisi. Kendisini barinaktan alip eve getirirken aliverdigimiz bir kutusu vardi ama sadece onden kapisi vardi ve sanki hayvan icinde cok sikisiyormus gibi geliyordu.  Sonra hem onden hem ustten kapili daha buyukce bir kutu aldik (bununla iki araba yolculugu yaptik kuzey ve guney Kaliforniya arasinda).  Ustten kapi muhtesem, mutlaka olmasi gerek bir tasima kutusu veya cantasinda, hele kedi bizimki gibi isyankarsa.  Ama oh daha buyuk kutu, yayila yayila yatsin diye buyuk kutu almak hataymis.  Canta veya kutunun kedinin icinde ayaga kalkip donebilecegi buyuklukte olmasi gerekiyor ama kedi icinde yatarken etrafinda cok bosluk olmazsa daha iyi.  Dusunecek olursaniz, bunlar evde bulduklari ufacik deliklere, koli kutularina falan girip saatlerce oralarda uyuklayan hayvanlar.  Dar, korunakli yerlerde daha rahat ediyorlar.  Bizimki sogan patates koydugumuz dolaba giriyordu, ustune kapi da kapaniyordu, oyle oturuyordu karanlik minicik dolapta sogan patateslerin arkasinda.  Ucak yolculugu icin ustten ve onden fermuarli bir canta aldim, tam “snug fit”, rahat ettik onunla.  Tavsiye ederim (Sherpa marka, petsmartta ararsaniz cikar).

Havayollari ucuslardan once hayvanlara sakinlestirici verilmesini tavsiye etmiyorlar.  Benim veteriner bana verdi birkac hap ama ben onlari kullanmadim.  Ben yillardir ucaklarda onun bunun bebeklerinin aglamasini cektim, miyavlarsa millet de onu ceksin bana ne dedim ama diger yandan da “ay insallah miyavlamaz da millet de beni oldurmek istemez” diyorum tabii.  Komik anlar yasamadik degil kedimcanin miyavlamalari yuzunden.  Ilk ucusumuzda ben onden gidiyorum, onumde bir kadin sirtinda da irice bir canta var.  Kocambey arkadan geliyor ve kedi cantasi onda.  Ucaga girdik, hostes karsiliyor hosgeldiniz falan fistik.  Bizimki mev mev mev etmeye basladi.  Hostes de sesin onumdeki kadinin sirt cantasindan geldigini sanip panikledi, “O cantada bir kedi mi var?” diyerek.  Kediyi kabine almak icin ayrica rezarvasyon yaptirip ustune 100 dolar kadar para veriliyor.  Bu parayi vermek istemeyip kediyi kacak olarak ucaga soktugunu falan dusundu herhalde.  Dedim yok, o kedi bizimki, burada.  Hostes rahatladi.  Ikinci komik animiz ikinci ucusumuzdaydi.  Ucaga bindik, yerlestik, oturduk.  Butun bunlar olurken kedicik cok sessizdi.  Etrafta bayagi cocuk vardi, onlarin sesleri daha baskindi.  Sonra ucak hareketlendi, ve yavas yavas yukselmeye basladi.  Kalkis ve inislerde mutlaka bir isyan ediyor, kocambey’e “Niye sesi cikmiyor hayret?” dedim, bir yandan da heyecandan kalbi falan mi durdu ne oldu diye endiseleniyordum dogrusu.  Tam bunu dedim, bizimki bir eeoooowwww cekti.  Ucak o sirada bayagi sessizdi, karanlik, millet sizmaya meyilli falan.  Bu eeeoowwww karanliklari ve sessizlikleri yirtti resmen.  Ben hem tam “iti an comagi hazirla” ani oldugu icin, hem de ses cok garip ciktigi icin, belki de biraz sinirlerim bozuldugu icin basladim gulmeye ama etraftaki insanlar da “Miyk, N’oluyo lan?” seklinde tepkiler verdiler hakli olarak.  Kedimin altinda oldugu koltukta oturan genc “Ana, altimda kedi varmis, hic farkinda degildim!” diye saskinlik belirtirken ileride caprazda oturan bir abla “Amanin bu bir kedicik miydi?  Ben bebek aglamasi sandim onu!” diyerek sevgi gosterisinde bulundu.

Amerikalilarin bu hallerini seviyorum, hayvansever hallerini.  Muhtemelen kendi evlerinde de bir kedi bir kopek bir baska tur evcil hayvanlari oldugu icin seninle empati kuruveriyorlar.  Turkiye’de olsam ve kedi mizmizlansa kesin bik bik eden insanlar olurdu, aglayan bebek icin bile sikayet eden insanlar var zira.  Evet hicbirimiz yolculuklarimizda boyle rahatsiz edici sesler istemeyiz ama bebek veya hayvani istesen, ugrassan, yirtinsan da susturamayabiliyorsun.  Bu durumda bik bik etmenin bir alemi yok.  El kadar cocukla/kediyle/kopekle de yola cikmayiversinler diyen cikar elbet, cevabim: sana mi soracagidik?  Amerikalilarda bu tahammulsuzluk yok iste.  Aglayan cocuk olsun, mivmiv eden kedi olsun, horlayan yasli amca olsun ses cikarmiyorlar.  Arada cazgir insanlar cikmiyor degil, ama onlar da “high maintenance” bencil istisnalar.  Cok bikbik ettiler mi etraftakiler onu ayiplayip sana destek cikarlar, bosver derler, kendileri de aslinda rahatsiz olsalar da gurultuden.

Valla yazinin organizasyonu cok feci oldu, ozellikle kronolojik olarak bir facia, umarim takip etmesi imkansiz olmamistir.  Son olarak size kedicigimin attigi dakika bir gol bir altin vurusu anlatayim.  Havaalanina gidiyoruz arkadasin arabasinda, kedi cantasi kucagimda ama kedi mutsuz ve nefes nefese.  Cantanin uc tarafi gozenekli, sinek teli gibi dusunun, hayvan hava alsin diye.  Kedi arada kalkiyor donuyor sonra geri donuyor, bir rahat oturup durmuyor.  Sonra bu bir durdu, ve ben sag bacagimda, kalcama dogru bir sicaklik hissettim.  N’oluyor ya dememe kalmadan farkettim ki hatun cis yapmis.  Ben sandim ki cantanin icine isedi bu, sizan cisler de bacagima suzuldu.  Havaalanina vardik, sukur ki sira yoktu hemen check in yaptirdik, ben kedi cantasini ve bagaja vermeden valizin uzeriden cekip cikardigim, ev icinde giymelik bir esofman altini kapip tuvalete kostum.  Pantolonu cikardim, biraz temizlenip diger seyi giydim, cisli pantolonu islak yeri ice gelecek sekilde katladim.  Sonra korktugum seyin basima geldigini tasdiklemek uzere cantanin fermuarini araladim.  Ben saniyordum ki cantanin zeminindeki pelus kisim vicik vicik islak, cantanin altinda bir cis golunun kalintisi var ve kedi yol boyunca 5-6 saat cise bulanmis kalacak, bu cis kokusu yuzunden delirecek (cok titiz benim kiz).  Actim baktim pelusun kosesindeki iki sari damla disinda cis yok, islaklik yok.  Bir yandan o bulabildigim bir iki damlayi siliyorum, diger yandan da “E hani cis?” diye cis araniyorum.  Megersem bizimki hedeflemis, cantanin sinek teli gibi delikli/agli kismindan direk disariya isemis.  Nasil yapti hala bilmiyorum, sihirbaz mi bu kedi, Hogwartsli mi?  O temizledigim kisim da artik ne kadar hedeflersen hedefle cantaya duser son damla imis.  Hala saskinlik icindeyim, acaba ne yaptiginin farkinda miydi diyerek.  Ustume basima isemis olmasina kizsam da (7 punto ayakkabiyla ucaga binen selebritiler gibi airport style iddiam yoktu ama esofman alti da biraz perisandi be) en ideali buydu dogrusu, zamanlaman da harikaydi bebeyim.  Dusunsenize, ucaga bindigimizde, hatta valizi verdigimizde olsa bu igrenc igrenc kokacaktik butun ucaga, etrafa, ustumu de degistiremeyecektim.  Arti, ustume isedigi icin arkadasin arabasi minimal zararla kurtuldu, koltuguna cok bir sey gelmedi saniyorum (gelse de sagolsun sorun degil dedi, onun kendi kedisi de isemis daha onceden, sen ilk degilsin son degil, son cisli kedi Nazlis degil sarkisi girsin burada).

Boyle iste.  Aslinda uzun araba yolculugunun kendine ozel durumlari hakkinda da bir seyler yazasim vardi ama baska zamana.  Araba-ucak tercihi yapabiliyorsaniz kesinlikle ucak coooook daha iyi hem siz hem kedi icin diyorum sadece ozetle.  Evimize geldik, kendimize geldik.  Kedikiz basta “yine nereye geldik?” dercesine dolandi ama sonra evini hatirladi ve eski gunlerine dondu.  Ben de dun aksam calismaktan sikildigim bir anda cikip on bahcede artik arsizligin sinirlarini asip agac olma yolunda hizla ilerlemeye baslamis ayrikotlarini yoldum.  Kediyi bilmem ama ben evimi ozlemisim.