Irkciliga dur de!

Bu konu buyuk ihtimalle okuyan cogu kisinin ilgisini cekmeyecek ama birkac gundur rahatsizim buraya. Web gunlugu olsa da gunluk, icimi dokecegim izninizle.  Mesele nahos bir mesele, irkcilik.  Bunun ozu ayni ama baglamina gore farkli sekiller aliyor.  Ben Amerikan baglamindan dem vuracagim.  Yani “irk” derken mevzubahis siyahlar, beyazlar, hispanikler vs.

Kimlikler uzerine pek cok sosyopolitik cekismelerin, gerilimlerin oldugu bir ulke Turkiye ama konu “irk/race” degil milliyetcilik, din vs.  Irk ve irk uzerine yasanan gerilimler bana yabanciydi Amerika’ya gelene kadar dogrusu.  Sunni Turk cogunluk Kurtleri otekilestirir, Alevileri otekilestirir, Rum/Ermeni vs. musluman olmayan azinliklari otekilestirir ama “irk” olarak herkes beyaz. (Kafatasci ideolojide Turk “irk”i diye bir sey var, irkdasim falan diyorlar, ama Altay ve Hint-Avrupa farki o, tam irksal bir farklilik sayilmaz. Kaldi ki Turkiye’deki Turkler o orijinal Ural-Altay tipinden bayagi uzaklar. Neyse, dagitmayalim.)  Turkiye’de cok bir zenci gormuslugum yoktu.  Tevfik Gelenbe’nin suratini boyayarak oynadigi bir Arap(!) Baci tiplemesi ve 90larda sonradan sonraya Istanbul’u mesken tutmus, Taksim’de falan isporta isi yapan Afrikali gocmenler haric.  Bak bir de Melis Sokmen ve ailesi var, nedense onlari hic “zenci” olarak algilamamisim.  Sonucta varliklarini cogunlukla TV ve sinema’dan bildigin,  yasam deneyimlerin icinde yeri olmayan, iletisim kurmadigin bir grup insan var.  Zenciler hakkindaki cogu fikrim Amerikan filmlerinden, dizilerinden aparmaydi herhalde, ama kisisel deneyimle olusmus bir onyargi falan yoktu.

(Bu arada bir ac parantez yapayim: Afrika’da dogmus buyumus ve Kanada vatandasi olan bir arkadasim vardi.  Formlarda falan hep sorulan “irk” sorusundan mi ne bahsediyorduk.  Beyaz isaretledigimi soyledim.  Sasirdi.  Ben de sasirdigina sasirdim.  “Turkler beyaz mi sayiliyor?” dedi.  Bu soyledigi “Aaa, siz Turkler fes takip deveye mi biniyorsunuz?” turu bir sey olarak algilanmasin, gayet de neyin ne oldugunu bilen akilli biridir kendisi.  “Ne bileyim? Caucasian diyorlar, biz de Kafkaslarin oralardaniz, ayrica OrtaDogulu milletler beyaz sinifina giriyor?” dedim.  Tipime bakinca herhangi bir beyazdan cok bir fark gorememesine ragmen sanki baska bir irksal sinifa ait olmam gerekiyormus da onu bulmaya calisirmis gibi bakti bakti.  “E beyaz degilse ne olacak ki? Asian desen, evet Orta Asya falan filan ama Cinli veya Taylandlilardan cok farkliyiz.  Mongoloid falan mi diyecegiz, yok oyle bir kategori?” dedim.  CevaB veremedi ama beyaz kategorisine beni sokamadi da, oyle kaldi.  Bu irksal meseleler gundemime girdiginden beri (yani Amerika’ya geldigimden beri) kendimi direk beyaz olarak konumlandirmistim, baskalarinin beni kendimi soktugum kategoriye sokmuyor oldugu ihtimali biraz garip hissettirdi ama yani ne yapayim.  Tenim beyaz?  Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’sinden gelsin o halde: “WHAT AM I?”.)

Amerika’ya ilk geldigimde nufusu cogunlukla beyazlardan olusan bir kuzey eyaletine geldim.  Ogrenciler arasinda beyazlar disinda Asyalilar vardi ama zenci ve hispanik neredeyse hic yoktu (oradaki cevremi ve ogrencileri dusunuyorum, herhalde %80den fazla beyazdi).  Sonradan bulundugum yerlerde de siyah nufuz bayagi azdi ama hispanik nufus daha onceki yere gore daha fazlaydi.  Son yasadigim/calistigim yer ise oooooh, corba gibi masallah!  Simdiye kadar bulundugum yerler icinde cesitliligi/”diversity”si en fazla olan yer.

Daha onceden Sorunlu Ogrenci Profili #1’de bahsetmistim, ogrencilerim icinde beyazi, siyahi, hispanigi, orta dogulusu, susu busu, her seyi var.  Arada notlarindan memnun olmayan cidden kotu ogrencilerin beni “irkci” olmakla sucladiklarini ve bundan nasil rahatsiz oldugumu da yazmistim.  Yani ben -en azindan tip olarak- beyaz olabilirim ama Amerika’da bir azinligim, gocmenim, kokeni disaridayim, oy verme hakkim bile yok.  Bulundugum pozisyondan irk ayirimi yapmam cok zor.  Yetistigim yer ve ortam sebebiyle Amerikanin irksal azinliklarina karsi bir negatif his beslemem de pek mumkun degil, o negatif his ve fikirleri icsellestirecek bir ortamda buyumedim zira.  Bu ogrenciler ne dusunurse dusunsun, ben irkcilik denen seye karsiyim.  Irkcilik adina yapilan seyler tuylerimi urpertiyor.  Saskinliga ugruyorum.  “Nasil boyle bir sey yapmayi/soylemeyi dusunebilirler?” diyorum.  Irkcilik kokan olaylar oldugu zaman bir miktar afalliyorum.

Son birkac gundur de bu afallama hallerindeyim, aklina geldikce “??????” diye kalakaliyorum, mavi ekran durumlari oluyor.  Bu durumlarima sebep ise UCSD kampusunde olanlar hakkinda okuduklarim.  UCSD dediginiz San Diego denen guzel sehrin biraz kuzeyindeki La Jolla denen cok guzel ve biraz da concon sehirde konuslanmis bir kampuse sahip iyi bir devlet universitesi.  Ogrencileri oyle yilda 50bin dolar odeyen zengin bebeleri degil yani.  Subat ayinin ikinci yarisinda ard arda sacma sapan irkci olaylar ve bunlarin hedefi olan siyah ogrencilerin protestolarina sahne oldu kampus.

Ilk olayda bir ogrenci grubu “Compton Cookout” diye bir parti duzenlemisler.  Partidir, eglencedir, oh ne guzel.  Lakin partinin temasi, davetiyesi, tarifi buram buram irkcilik kokuyor.  Subat ayi Siyah Tarihi ayi (Black History Month), Siyahlarin bu ulkedeki varligi, bu ulkenin tarihindeki yerleri gibi konularin vurgulandigi bir donem.  Hatali bir tesbih olacak buyuk ihtimalle ama “Ramazan ayi” gibi dusunulebilir.  Bu parti bu anma/kutlamalarla dalga geciyor, siyahlarin stereotipik hallerini vurgulayip onlarla dalga geciyor, genc siyah erkekler ve kadinlari ayri ayri yeriyor.  Ustelik partiye ismini veren “Compton” (bulunduklari civarin Harlem’i ghetto’su olarak dusunmus gencler bunu) daha cok Hispaniklerin yasadigi bir yermis, o yuzden o mahalleyi asagilayarak Hispanikleri de asagilamis oluyorlar.  Bu parti ve davetiyesi hakkinda cok detay yazmayacagim ama bir iki link vereyim, okuyup kendiniz gorun.

Simdi, bu olay birden gundeme dusunce, bu kadar iyi duzgun bir okulda boyle irkciliga nasil izin verilir diye saskinlik oldu.  Siyahlar universite yonetiminin yeterince tepki vermedigini, bu gerzeklerin agizlarinin payini vermedigini dusunduklerinden protestolar yaptilar.  Yapilanlar siyahlari rencide edecek turden (offensive) seyler, orasi tartisma goturmez ama bazilari da “first amendment”i yani dusunce ve ifade ozgurlugunu gundeme getirdiler.  Ha o cocuklar satire yapiyorlarmis, dusunduklerini ifade etme ozgurlukleri varmis.  Peki ifade ozgurlugu ile hakaret arasindaki cizgi nerede?  Siyaseten dogru/politically correct olma nerede baslar nerede biter?

Sahsen ben bu olayi derslerimde Danimarka’daki karikatur krizinden bahsederken kullanacagim.  Orada da bir grup insani inanclari uzerinden rencide edecegini bile bile onlarin kutsallari hakkinda aklindaki kucuk dusurucu seyleri soyler/cizer misin sorusu vardi.  Ben bu ikilemi sinifta anlattigimda, musluman olmayan ogrenciler celiskiyi anlamakta, kisisel baglanti kurmakta zorlaniyorlar.  Amerikan olduklarindan “tabii ki ifade ozgurlugu!” diyorlar.  Ama bakin belli bir gecmisle baglantisi yuzunden, ve bir grubu rencide ettigi bariz oldugu icin “N-word”u kullanmiyoruz, politically correct oluyoruz, kendimizi sansurluyoruz. Ifade ozgurlugunun sinirlari olmamali mi? diyorum.  Bu ornek daha guncel ve daha paralel bir ornek olacak. Cogunlugu azinlik olan ogrencilerimin Avrupa’daki musluman azinligi daha iyi anlayabilecegini saniyorum. (Disclaimer: tabii ki karikaturlerin sonrasinda gelisen siddet olaylarinin mazur gorulecek tarafi yok. Tepkilerin boyutu ayri hikaye).

Carsamba miydi neydi bu partiden haber oldugum gun, “yuh ya! yaziklar olsun!” diyerek sasirmistim.  Sonra Cuma gunu baska bir haber geldi, cok ciddi tonda yazilmis bir nottu aslinda. Bir “noose”dan bahsediyordu.  Ben de “noose” nedir bilmiyordum dogrusu, hemen tik tik aradaim baktim.  Kelimenin anlamini ogrenince cenem dustu, agzim acik kaldi, bu sefer bir sey de diyemedim.  Meger noose yagli ilmik demekmis.  Yine UCSD’de, ana kutuphanedeki kitapliklardan birinin kenarindaki lambaya yagli ilmik asmislar!!?!?!?!  Yagli ilmik!  Mesaja bak, gozdagina bak. (Haberi, ve daha fazlasi)

Bakin ne ben ne de (dusunceme gore) bu blogu okuyanlar Amerikaniz.  Amerikan tarihine dair bir seyler bilebiliriz ama o bizim tarihimiz degil.  Atiyorum Istanbul’un fethi sozkonusu olunca bir seyler hissederiz, hadi o olmadi Kurtulus Savasi, ama Amerikan tarihine dair gelismeler pek de bir sey hissettirmiyordur buyuk ihtimalle.  Ama bu ulkenin de tarihinde bazi kara sayfalar var.  Bunlardan biri de kolelik ve Civil Rights movement’a kadar siyahlara cektirilenler.  Uzun uzun bunlarin detayini yazacak degilim ama bu kara sayfalarin en kara satirlarinda “linc” yaziyor.  Siyahlarin, sirf siyahlar diye yagli ilmiklere gelisleri yaziyor (Wiki’den lynching diye aratip okunabilir bazi detaylar).  Dusunun, siyahsiniz ve birkac nesil oncesine kadar siyah oldugu icin senin gibi insanlari asmis insanlarla birarada yasama, onlarla bir butun olmaya calisiyorsunuz.  Sonra birisi cikip orta yere bir yagli ilmik koyuyor.  Ne hissederdiniz? Korkmaz miydiniz? Hayalleriniz yikilmaz miydi? Aidiyet duygularinizi sorgulamaz midyiniz? Kinlenmez miydiniz?  Bu nefret ve ayrimcilik HALA bitmedi diye uzulmez miydiniz?  Bunu yapan da sokaktaki cahil cuheyla herifler degil, universite ogrencileri diye daha da kederlenmez, “esit” oldugunuza ve olacaginiza dair inancinizi yitirmez miydiniz?

Bu rencide edici (ve son olayda acikca tehdit edici) eylemleri yapanlari karsima alip “Cocum senin derdin ne? Kafana darbe falan mi yedin?” demek istiyorum.  Yani akli fikri olan birisi boyle islere girer mi?  Bunlari yapmis olmak icin ya gecen yazimda bahsettigim gibi “suursuz” olmak lazim, ya da ciddi ciddi irkci olmak lazim.  Ben siyah degilim ama asiri derecede rahatsiz oldum bu yapilanlardan, aklima geldikce cok kotu hissediyorum.  Kim bilir bir de siyah olsam herhalde feci sarsilirdim.

Fazla soze hacet yok. Irkciliga dur de! demek istiyorum.  Sizin ortaminizda belki siyahlar, hispanikler yoktur, ama muhtemelen “kim”ligi yuzunden onyargilara maruz kalan, asagilanan, ayrimciliga ugrayan, rencide edilen kisiler ve gruplar vardir.  Bu tur tutum ve davranislar hakkinda dusunun, kendinizi onlarin yerine koyun, safinizi belirleyin ve belli edin.  Ha, olur da dusunup tasinip kendinizi diger safa yerlestirirsiniz, “irkciyim, gururluyum” dersiniz, napalim, fikir ve ifade ozgurlugudur, siz bilirsiniz, ama bu blogdan da bir daha donmemecesine cektirip gidebilirsiniz.  Azalarak bitin! Irkcilik, ayrimcilik da hizla azalarak bitsin.

Yazdim, yazdim, icimi dokmeye calistim ama hala da pek rahatlayamadim.  Yagli ilmik ya!

Ekleme:  UCSD olaylari hakkinda bir ozet de burada (Sociological Images begendigim bir blog), digerlerine bakmadiysaniz giderayak buna bakin.  Bu arada bu konuda friendfeed’de konusurken gundeme geldi, Nazi irkciligi (Aryan irk takintisi).  Bir insanin hangi irka mensup oldugunu nasil belirlersin ki?  Nazi yonetimi sozkonusu olunca bu irk belirleme ayni zamanda kader belirleme.  DC’deki Holocaust Museum’da bu is icin kullanilan objeler var.  Sociological Images’da bu objelerin konu edildigi bir yazi da varmis. Bunlari da ekleyeyim dedim.

Akilli ol, canimi ye!

Insanlar bazen ne kadar suursuz olabiliyor yareppim!  Suursuz kelimesini dusununce, kelimenin tam anlami ile beyin faaliyetinin olmamasi, bilincin kapali olmasi, bitkisel hayat ve saire geliyor akla.  Beyin nanay yani, yok. Beyni normalde faal olan bir cok insan da suursuz olabiliyor.  Bazen bir an beyniniz kisa devre yapar, yaptiginiz isin ortasinda sanki birkac saniyeligine uykuya dalip “hoh?” diye uyanirsiniz, ondan bahsetmiyorum.  Bahsettigim bir sey yaparken, bir is becerirken beynini surekli ama surekli bypass edip duranlar.  Soyle bir kafasini kaldirsa ve icinde bulundugu ortamin ve durumun gizli sakli degil gayet ortada olan gerceklerini guzelce bir algilasa dogru duzgun bir karar verecek ama suursuz, beyin algilamiyor bir sey.  Bakiyor etrafa, bir seyler goruyor* ama gozden gecen o data beyne ulasmiyor.  Diger duyular da acik ama beyin gelen bilgileri alip onlardan bir sonuc uretmiyor.  Bu aptalliktan, zeka kitligindan olmuyor.  Eleman bir durum degerlendirmesi yapsa, beyine bir sans verse vizir vizir islem yapilacak sonuclar uretilecek ama iste beyin yedek kulubesinde bekliyor.  Bir degil, iki degil.  Ben de bu durumu anlamiyorum.

Ogrenciler bazen insani dumura ugratan suursuzluk ornekleri sunabiliyorlar, ama burada bahsetmek istedigim ogrenciler degil (Sorunlu Ogrenci Profillerinden sonra bir de Suursuz Ogrenci Profili serisi mi baslatsam?). Simdi bahsedecegim, bu yaziyi yazmaya niyetlendiren sey sabah oldu.  Sabah klasik “bakalim facebook’ta neler donmus ben uyurken” diye durum guncellemelerine bakiyordum ki ne goreyim?  Liseden bir arkadasim “FACEBOOKTA GOLD ÜYELİK SİSTEMİ BAŞLADI! ÜCRETSİZ GEÇMEK İÇİN TIKLAYIN” grubuna uye olmus.  Tiklamis, cikan seylere OK demis, sonra da herhalde “Gold Uye oldunuz” diye onay mesaji beklemistir.  Gittim baktim gruba, amanallah, Gold Uyeligin avantajlari arasinda bir tek “masanizda kus sutu yoksa temin ediyoruz” yok.  Tabii en can alici olani, Gold Uye olanlarin profillerine kimin baktigini gorebilecek olduklari iddiasi.  Suursuzluga bak! Gold Uyelik lan ahahah, facebook’ta! Bunu gorunce “AAAAAaaaaaAAAAAA!” diye bagirasim geldi.  Sonra da bu genc simdi onumde olsa da soyle omuzlarindan tutup sarssam, “Ey Turk, titre ve kendine gel!” desem dedim, “beyni uyanip faaliyete gecene kadar ufak ufak elektrosoklar vermek ise yarar miydi ki?” dedim, “hic olmadi bir tokat ataydim okkalisindan” dedim.

Bir ara cok furyaydi bu profiline kim bakmis gormek istiyorsan bilmemne bilmemne.  O siralar bir suru kisinin bunlara kandigini goruyordum statulerinden.  Hep de lise arkadaslarim oluyordu bunlar, lise sonrasi hayatimdaki arkadaslarim daha suurlu cikti.  O siralar hep merak ettim, simdi bunu gorunce yine merak ediyorum.  Amerikalilarin deyimiyle “What were you thinkin?” diye sormak istiyorum bu gruplara uye olanlara, ya da belki “What were you smokin’?” diye sormak lazim ne bileyim.  “Su facebook ortaminda kimin kimin profiline baktigi bilgisinin orta mali olmasi mumkun mu?” diye niye hic sormuyorsunuz?  Mantik yurutun biraz. Ben simdi hatirlamiyorum uye olurken “privacy policies” okutup onaylatiyorlar mi ama net hatirliyorum kimin profiline baktiginizi kimse bilemez diye okudugumu bir yerde bir sekilde.

Ha diyelim ki facebook daha onceden yaptigi gibi paragozlugu yuzunden privacy/gizlilik prensiplerini satti ve hakikaten “Gold Uyelik” diye bir sey cikardi.  Diyelim ki Gold Uye olanlar bazi bilgileri haiz olabilecekler.  Imkansiz degil.  E abicim, boyle bir sey olsa adamlar onu parayla satar ki? “Bu gruba uye ol, listendeki herkesi de davet et, gold uye olacan” diye mi duyurur gold uyeligi? Turk bir elemanin yaraticisi oldugu, Turkce isimli bir grupla?  Hahahah, ya guldurmeyin ya.  Bakin, tokatci hikayeleri diye bir seri de var blogda, henuz 1 tane ama gerisi de gelecek bir ara yavas yavas.  Ben de yabanci degilim tongalara basmalara ama yani boyle degil, bu kadar da degil.  Bu kadari suursuzluk.

Arkadas uye olmus ama orada da yine tokezlemis. Madem inandin, gold uyelik yoluna bas koydun, bak bakalim ne gerekiyormus di mi?  Listesindeki herkesi davet etmesi gerekiyor.  Bana davet gelmedi vallahi, eger beni silmediyse, islemi tamamlamamis.  Bu konuda da suursuz suursuz “aa neden olmadi kiii?” diye kafa yoruyordur allah bilir.  Grubun discussion kismina bakinca goruluyor ki bir suru insan “yalan bu, fake bu” diye isyanlara gelip saydirmis sovmus.  Bizim genc bunlari da gormemis herhalde.  Her seye ragmen, inancla mi desem suursuzlukla mi desem inatla mi desem hala gruba uye, uyelikten cikmamis.

Bu “profiline kim bakmis gormek icin…” turu tongalara dusen arkadaslarimi gordukce hissettigim bir hayal kirikligi oluyor.  Gercekten.  Ortaokul, lise yillarindan taniyorum bu insanlari, o zamanlar aptal falan degildiler.  Sonra da guzel guzel isler edinmisler, doktoru var muhendisi var.  Beyinler yerinde yani.  Ama iste, calistirmiyorlar.  Bazilari bir kez oyle bir gruba uye olup gerekeni yapip bir sey olmadigini gordukleri halde tekrar tekrar baska baska benzer gruplara uye oldular.  Bunlari gordukce gercekten uzuluyorum.  Hele bu sonuncusu benim lisedeki platonik askimdi.  Coktaaan kapanip kaldirilmis o defterleri cikarip yakasim, kullerini de facebook binasinin onune savurasim geldi yeminle.  Bir “closure” eksikligi icinde degilim (olsam cok acikli olurdu, romani yazilsa bestseller olurdu) ama bir friends repligi atmak isterim.  And that my friend is what they call closure!  Bazen dusunuyorum, bir kismiyla yillaaarrrdir gorusmedigim ve buyuk ihtimalle hiiicc gorusmeyecegim insanlar nicin arkadas listemdeler, silmeli miyim.  Hele de ota boka burnunu sokan suursuz gold uyelik meraklilarini?  Suursuz da olsa maziden bir sayfa deyip silmiyorum, bir gun facebook’un kaderi defriendster’in kaderine converge edince bu sorun kendi kendine ortadan kalkacak zaten.

Bu arada facebook, eski arkadaslar ve hayal kirikligi demisken bir de sundan bahsedeyim.  Bunun yanlis anlasilma ihtimali var ama yine de yazacagim, icimde kalmasin.  Facebook’ta hic ilkokul arkadasi bulamadimdi iyi mi?  3 degisik ilkokulunda okumus olmama ragmen nil, nada.  Sonradan sonraya iki kisi buldum hayret ettim.  Biri sayilmaz, cunku ortaokulda da ayni okulda/siniftaydik.  Ama digerini bulunca harbi heyecan yaptim, ekledim.  Eklesince ve bunnca yil nereden nereye hakkinda biraz bilgilenince bir hayal kirikligi yasadim.

Bu kiz ilkokul 3 ve 4. siniflardayken sinifin en basarili ogrencilerindendi.  Yanlis anlarsaniz anlayin, disime goreydi diyorum, haha.  Caliskandim ben tamam mi (cogunluk buna inek diyor ama bence misnomer bu, ben inek diilim taam mi!), o da benim kadar caliskandi, hem arkadastik hem gizli gizli yarisirdik.  Ama onun bir avantaji vardi, anne ve babasi bizimkilerden daha egitimliydi.  Bizimkiler benim okul isleri, odevleri konusunda saldim cayira mevlam kayira dusturunu bellemisken, onun babasi odevlerine yardim ederdi, calistirirdi.  Ben o okuldan ayrildiktan sonra onu hic gormedim, hic haberini alamadim facebook’ta gorene kadar.  Ama onu hic unutmadim (ilginc de ismi vardi, onun da etkisi vardir).  Aklima geldikce, “Ooo, o simdi kim bilir ne olmustur” derdim.  Gozumde “Istese uzay muhendisi bile olabilirdi!” diyebilecegim bir insandi.  Onun icin iste boyle buyuk hayallerim vardi.

Iste facebook’ta biraz kendisi ile hasir nesir olunca onun icin kurdugum buyuk hayaller sangir sungur kirilip parca parca basimdan asagi dokuldu.  Siradan bir universiteye gitmis, edebiyat ogretmeni olmus.  Simdi, su yanlis anlasilmasin, edebiyat ogretmenligini kucumsuyor degilim.  Ben de bir nevi ogretmenim, neyini kucumseyecegim.  Ama uzay muhendisi diyorum ya! Uzay muhendisi nire lise ogretmeni nire, arada bir fark var kabul edelim ki.  Ha, ogretmen olmasi bile degildi aslinda o kadar hayal kirikligi yaratan, kendi sayfasinda ogrencileriyle yaptigi muhabbetleri gorunce “iyyyy!” dedim, hayallerima asil darbe o oldu.  Nasil anlatsam, bir “burcucum cok guzel cikmissin” “ah bebeyim cok tatlisin o senin guzelligin” turu muhabbetleri onca yil hayalimde buyuttugum arkadasima yakistiramadim.  Iste hayal kirikligi.  Yine de, onunla gorusmeyecegimizi, eski gunleri yadetmek imkanimizin olmayacagini bilsem de silmedim.  Sonra bir gun farkettim ki o beni silmis.  Normalde kim kimi silmis, niye silmis, aazindan mi opmus gibi meraklarim yoktur.  Ama onun sildigini farkettigimde iki saniyeligine de olsa dusundum, niye sildi ki?  Dogrusu “4. siniftan beri aramizda olusan ucuruma dayanamadi, benim basarilarim ona kendisini kotu hissettirdi” falan diyerek bir ego pompalamasi yapmak istemedim degil, ama yapamadim bev! Muhtemelen sebep “Amaaaan, ne sikici biri olmus, isim olmaz.” falan demis olmasidir dedim, egomun boynu bukuk kaldi.  Benim yapamadigimi o yapti, o acidan takdir ediyorum. “Gecmise mazi, simdiye gazi, gelecege niyazi derler yavrummmmmm!” diyerek bu bahsi kapatiyorum.

Basi kici ayri oynamayan bir blog yazisi yazacagim bir gun, bu konuda inancimi yitirmedim.  Buna nasip olmadi neyleyim.  Diyecegim o ki, hepimiz sacmaliyoruz arada, insanlik hali.  Ama siz siz olun, suurlu olun, boyle cin cin bakin.  Abartip pic olmayin, tilki olmayin, gerek yok.  Sadece akilli olun.  Akilli olun, canimi yiyin!

*Bloga dipnot eklemek de komik olacak ama bunu yazinca aklima lise edebiyat kitabindaki bakmak ve gormek farkini irdeleyen “makale” ornegi geldi, hey gidi gunler.  Gazetelerde edebiyat kitabindaki tanimina uygun, arguman iceren bir “makale” aramistim, bulamamistim, kose yazarligi ne bicim seymis demistim.  Konuyla cok alakasiz bu cagrisimi da yazinin icine yazamadim.

Kis oldum uzun uzun

Ayh, imdaaat!

Yav procrastination ayagina gelip iki kelime blog yazayim diyorum, teknoloji burnumdan getiriyor ya!  Aaaa…  Chrome ikinci bir emre kadar cezali, durup duruken niye cokmeye basladi hic anlayamadim ama bu yazdiklarimi bir kez daha kaybetmek istemiyorum!  Safari’ye gectim bir sureligine.

Biraz once yazip da kaybettigim paragrafta diyordum ki: Sevgili okur, su siralar bir sorunum var.  Sorunum bir nevi kabizlik.  Sindirim fonksiyonlarimda sorun yok sukur, daha cok mental kabizlik.  Bir makale var uzerinde calistigim, aslen yazilmis bitmis ama elden gecirmem, kicini basini toplamam gerekiyor.  Ama bir seyi sifirdan yazmak resmen yazilmis seyi elden gecirmekten, duzeltmekten daha kolay.  Yazdigin paragraflari silip atmak istemiyorsun oyle yapinca dokumanin daha iyi olacagini bilsen de.  Onlari yazarken ikindigim anlara acidigim icin olabilir, bilmiyorum.  Neyse iste, bu can sikici isten kacmak icin iki satir blog yazayim demistim ve isler gelismisti.

Bahsedecegim sey ise gecen haftasonu yaptigimiz gezi.  Kendimi astigimi soyleyebilirim!  Karlar kralicesi olmaya adayim artik ben de!

Soyle oldu: Orijinal plana gore Cuma aksami oraya varacak, Cumartesi gecesi de orada kalip Pazar gunu ogleden sonra geri donecektik.  Ama tepemizde dolasan bir kar laneti vardi, Cuma gunu guneyimizdeki eyaletlerde karlar duser ve anacak ismi olanlar aglarken yola cikmistik.  O karin bir noktada bizim bulundugumuz yerlere de ulasip yollari kapatmasi, bizi dagin basinda mahsur birakmasi isten bile degildi.  O yuzden Cumartesi ogleden sonra tipis tipis donelim biz en iyisi dedik.

Cuma gecesi kabine vardigimizda “hmm, iyiymis” dedik. Luks olmasa da guzel ve temiz bir kabindi, ustelik merkezi isitmasi vardi.  Isitma var ama yeterli degil o sogukta, daglara gelmisken bir ates yakalim dedik sominede.  Lakin saglanan odunlar nemliydi, nemli odun da bir turlu tutusmuyordu.  Gecenin ilerleyen saatlerinde diger iki kisi varip kuru odun getirene kadar ekipteki iki erkek eleman ufleyerek, yelleyerek bir ates yakmaya calistilar, pek olmadi.  Buradan alinacak ders: kurunun yaninda yas da yanmiyor anacigim, YAN-MI-YOOOORRRR!  Geldigimiz gibi yemeye ve icmeye basladik ama ne kadar kalacagimiz “havanin durumuna gore” belirlenecegi icin idareli mi yemeliyiz, her seyi yiyip bitirsek de olur mu demeliyiz bilemedik.  Orta karar takildik.

Ikinci gelen ekipte Kanadali kizimiz vardi, ama “Kanada super, Kanada’nin her seyi super, Amerika’ya ait guzel olan ne varsa da Kanada’li sayiveririm” gibi ucuk milliyetciligi (ki Amerikan karsitligina kayiyordu zaman zaman) kiz ictikce coskunlasti.  Ortamda da kendi sevgilisi disinda Amerikali yok bu arada ahaha.  Derken bir noktada beni soke eden bir ifsaat oldu.  Meger kizin babasi Amerikaliymis, annesi Kanadaliymis, arti kendisi ayni zamanda Amerika vatandasiymis! Oh la laaaaa!  Kendisine “Sirf liseyi Kanada’da okudugun ve formation surecini orada yasadigin icin Kanadali kimligin bu kadar baskin yavrim” demedim, diyemedim.  Hele “Kanada, Amerika yok pek bir farki” hic diyemedim, kafama sise, odun, gitar falan yeme riskini goze alamadim.

Gece cok usumedim, arkadasimizdan odunc aldigim uyku tulumu gayet soguk havalara uygunmus, mis gibi uyudum.  Ertesi sabah cabucak bir kahvalti edip (bak, cabucak diyorum, kabin olacak Turk ortami olacak, gor kahvalti kac saat suruyor.  Pek yakinda bu blogda!) durumlari ogrenmeye park gorevlisinin ofisine yollandik.  Iste kendimi asisim boyle gerceklesti.  Blogu takip ediyorsaniz, cesitli yazilardan biliyorsunuz ki ben soguk sevmem, ben usurum, ben usuyunce hic hos seyler olmaz.  Ozellikle el/ayaklarim ve kollarim usur.  Kendimi bildigim icin kat kat kat giyindim.  Annemin “basini sicak tut” ogutlerini ciddiye alip hem kulak sicak tutucu bandana, hem de onun ustune sapka taktim.  Gerektiginde agzimi burnumu kapatip yuzumu sicak tutmak icin kullandigim atkim da, eldivenlerim de tamdi.  Tek sorun bacaklar kaldi: bacaklardan cok usumuyorum, ama soyle bir ic don falan olsa fena olmayabilirdi. Ya da montum kicimi kapatacak uzunlukta olsaydi da iyi olabilirdi. Bir kot pantolonla dustum doga yollarina.

1 resim 1000 kelimeye bedeldir diyerek sectigim resimlerden bir video yaptim. Bu ilk video deneyimim oldugu icun sacma sapan bir sey oldu, altyazilar bazi karelerde okunmuyor ve saire.  Ama youtube linki asagida, izleyin, seyedin yani.  Muzigini de youtube’dan ayarladim, bu yorenin yerel muziklerine (country/bluegrass) benziyor, o acidan belki havaya sokar sizi.

Simdi efendim, fotograflara bakinca goreceksiniz ki sabah ve oglen yemeginden sonra yaptigimiz iki ayri yuruyuste kara ve buza doyduk.  Magaralar, kayalardan sarkan buzlar (icicle denen sey) inanilmazdi, cok ilgincti.  Sanki biraz Superman’in kriptondan evi vardi ya, onu andiriyordu buzlu magaralar.  Bunlari gormus olmaktan cok mesudum, bunlari gorurken biraz usumeme ragmen aci cekecek kadar usumedigim icin daha da mesudum.  Vaktiyle Aniyaanimlarla Mayis ayinda soyle bahar kampi diye yola cikip (pacalari cikip sort olan pantolon almistim, hava durumu beklentim hakkinda fikriniz olsun)  kar ve yagmurun altinda, ustelik de cadirda, kamp yaptigimiz gunleri andim, dogrusu oradaki perisanligimdan eser yoktu bu haftasonu.  O kampi da bir ara anlatayim, cok komikti.

Herhalde gun icinde yasadigim en komik/garip durum sabah yuruyusunden sonra kabine oglen yemegi icin dondugumuzde hissettiklerimdi.  Dedigim gibi, yuruyus sirasinda oyle cok usumedim, “amaniiiin, komsular yetisin, ayak parmaklarimi hissedemiyoooom, burnum yerinde duruyor mu huuuu?” durumlari yasamadim.  Kabine donerken piknik alaninin icinden geciyorduk ve bir cocuk parki gordum, sallandim ettim, eglendim.  Cocuklar gibi sendim.  Sonra kabine girdik, kat kat giysileri cikarttik.  Kot pantolonumun pacalari islanmis kara degmekten, onu cikarip kocambeyin polar pantolonunu giydim.  Ve o anda farkettim ki bacaklarim BUZZZZZ gibi.  Dokunuyorum ellerimle, sogukluguna inanamiyorum.  “Vay anasini beee, o kadar kic buyuttuk, butlarda yag biriktirdik yillardir, demek bir ise yariyormus” dedim.  Sonra kabinde isindikca butlarimin icinden yuzeyine, derisine dogru bir sicaklik yukseldi yavas yavas.  Hayatimda ilk defa boyle bir sey hissettigim icin ne oluyor anlamadim.  Bunun anatomik/psikolojik/bilimsel bir aciklamasi varsa da bilemem.  Bir 10 dakika falan surdu belki boyle.  Icten yanmali motor esprisi yapacak olursaniz bozusuruz.  Insan vucudu boyle, ben n’apayim?  Bu his 10 dakika surse de bacaklarimin normal sicakliga kavusmasi bir 1/2 saat surdu herhalde, sicak cay da iyi gelmistir.

Velhasili kelam, Cuma aksami yolda giderken “Aaaa, sunnnaa baaakkkk!” dedirten o buzlar, buz sarkitlari Cumartesi aksami geri donerken “Hmm, buz evet!” dedirtecek kadar normallesmisti.  Bu demek degil ki muhtesem veya ilginc degiller.  Bilmiyorum videodaki fotograflar iyi bir fikir verebilecekler mi ama bu buz sarkitlarinin etrafinda dolanmak, onlara dokunmak, dayanamayip koparip binbir saklabanlik yapmak superdi.  Suyun akis, damlayis tarzina gore degisik degisik buzlar olusuyor, bunlari gormeyi beklemiyordum, surprizli ve guzel oldu.

Usumeyi sevmiyorum, hala da sevmiyorum.  Ama ille de usuyeceksem, usumem farzsa, evde isitma sistemim bozuldugu icin degil dogada bir kis gunu kesif yuruyusu yaptigim icin usumeyi tercih ederim.  Basima bir sey gelmeyecekse usumeyi sevmiyorum.

Bir baska dag basi kabini hikayemizde bulusmak uzere esen kalin!

Oh, Canada!

Bu aksam kis olimpiyatlarinin acilis toreni var, takip ediyorsaniz bu sene Kanada’nin batisindaki British Columbia eyaletinde, Vancouver sehrinde yapildigini biliyorsunuzdur. Gerci bunu yazarken bir an supheye dustum. Vancouver’da di mi?  Ben o kadar ilgisizim ki bu olimpiyat islerine, oradan buradan kulagima calinani yazdim, hataliysam ara.  Neyse iste, ben de bu vesileyle size bir Kanada hikayemi anlatmak istiyorum, lakin adetim oldugu uzere bir girizgah da yapacagim sadede gelmeden once.

Oncelikle sunu soyleyeyim: Bu haftasonu, ortaligi yine karlarin goturmesi riskine ragmen ormana gidiyoruz.  Amerika’nin sevdigim yanlarindan biri de bu, doga ile basbasa olmak icin cesit cesit imkan var.  Ben daha once es durumundan kamp olayina girmistim, bu seferki daha konfor duskunu bir dogayla bulusma olacak.  Bir parkta kabin kiralamis kocambeyin is yerinden arkadaslari, 5 kisi gidip keyifler keka yayilip, cumartesi gunduz doga yuruyusleri yapip, pazar donecegiz.  Cadir ve kabin arasinda dag kadar fark var tabii.  Neyse iste, biz iki Turk disindaki elemanlardan ikisi de Kanadali.  Aman Kanadali canim Kanadali.  Bana soylenmese hayatta da anlamazdim Kanadali olduklarini, bildigin Amerikali derdim.  Bunu yaz bir kenara, Anglofon Kanadalilar midwestli Amerikalilar gibi, bu cepte.

Iste bugun sabahtan hazirliklari yaptik, malzemelerimiz, yiyeceklerimiz (buna da bi degineyim asagida), ve sairemizi topladik, kedimizin iki gun bizsiz idare etmesi icin ortamini hazirladik ve ofise yola koyulduk.  Ogleden sonra buradan yola cikacagiz cunku.  Yolda gelirken de haber dinliyoruz, kocambey Amerikan halk radyosunun Kanada’daki olimpiyatlarla hafif dalga gecer bir sekilde haberi verdigini dusundu (“Kanada’da kis olimpiyatlari basliyor ama Manhattan’da daha fazla kar var” dediydi teyzem, ehehe).  Bunun uzerine iste Kanadalilar Amerikalilar konusurken benim aklima yine bu yaz sonu yasadigim komedi geldi.

Bayagidir Amerika’dayim ama hic Kanada’ya gitmemistim (hos henuz New York sehrini de gormus degilim). Derken bizim konferansin Kanada’nin Anglofon/Ingilizce konusulan bir bolgesinde yer alan Toronto sehrinde olmasini firsat bilerek gitmis, gormus oldum bu sehri.  Amerika’da yasal olarak yasayanlarin bir kismina vize ihtiyaci da yok, o yuzden vize pesinde perisan olmadan elimi kolumu sallaya sallaya girip cikmak guzel oldu.  Arti, liseden bir arkadasim o civarda yasiyor, liseden mezun oldugumuzdan beri neredeyse hic gorusmemistik, onunla gorusme, evlerinde misafir olma imkani oldu, cok super oldu.

Kanada’nin bu Anglofon bolgesi beni biraz ikileme dusurdu.  Bu arada Anglofon Anglofon diye uzerine basiyorum, cunku bu soylediklerim/soyleyeceklerim cok buyuk bir ihtimalle Frankofon/Fransizca konusulan bolgeler icin gecerli degil.  Oralar bir ayri dunyaymis, ayrica gidip bir gormek gerekiyor.  Ben yakin bir zamanda Ingiltere/Londra’ya da gitmistim.  Cok ilginc gelmisti dogrusu, keske daha fazla kalabilseydim demistim.  Bir zamanlarin kocaman (+somurgeci) imparatorlugunun merkezi sozkonusu olan ve bu her kosesine sinmis, ilginc bulmamam mumkun degil.  Kanada da malum bu British commonwealth’in (Turkcesi ne ola ki?) bir parcasi hala bir sekilde, vatandas olunca Kralice’ye baglilik yemini ediyorlar, paralarinin ismi Kanada dolari ama ustunde Kralice’nin resmi, o yoksa taci/sembolu var.

Toronto’da o “Ingiliz”ligi, o Londra havalarini hissetmemek mumkun degil.  Hem sasirtici hem de hos, insanin hosuna gidiyor vallahi.  Ingiliz/Londra havalari derken neyi kastettigimi anlatmam mumkun degil ama malesef.  Ufak tefek detaylar, insanlarin davranislarindaki minik cagrisimlar, Toronto sehrinin genel yapisi, yesilligi.  Kultur ve onun cevreye yansimasi diyeyim genel olarak.  Almanya’da Turk mahallesi’ne gidildiginde (ben gitmedim) herhalde benim Kanada’daki Ingiltere cagrisimlari gibi seyler hissediliyordur.

Ama iste Toronto ve civari deyince is Ingiltere’yi cagristirmakla bitmiyor, ayni zamanda bir tur Amerika oralar.  Yani Amerika’ya dair pek cok sey sinirin otesine de sizmis, yerlesmis.  Atiyorum, yolun kenarindaki Home Depot vs. dukkanlar, atiyorum her turlu markalar.  Ha Turkiye de kucuk Amerika olacak diye bir suru Amerikan magazasi, markasi bulunabiliniyor Turkiye’de ama bu daha farkli.  Sanki aslinda orasi Amerika’ymis da ustune Ingiliz yagmuru yagmis gibi, nasil anlatacagimi sasirdim.  Bir ara justin.tv gibi ortamlarda LOST izliyordum (ben pasifik zamanindayim, 3-4 saat oradaki yayini beklemek yerine acip dogu zamanindaki yayinin stream edilmisini izliyordum) ve o zaman izledigim Kanada tvsinden yayin oldugunda arada cikan reklamlar da boyle hissettirmisti.  Amerikan tv’lerindeki reklamlar gibi, ama bi’ degisik.  Netice itibariyle, Toronto’da gozlemledigim, yasadigim bu Amerika-Ingiltere kirmasi haller hem eglendirmis, hem de ilgimi cekmisti.

Oradayken benim arkadaslar falan Kanadalilarin kendilerini Amerika’dan ayristirma konusunda cok hassas olduklarini soylemislerdi, ama etrafimda hic de oyle bir sey gormedigim icin yanlis gozlemlediler herhalde dedim.  Yani Amerika ile sorunlari varsa, “Biz Amerikali degiliz” diye bir dertleri varsa, o zaman Amerika’nin her seyini oyle alip Kanada’ya kondurmazlardi herhalde degil mi?  Konferans ortaminda pek Kanadali ile muhatap olmadim tabii, sehri gezip turistlik yaparken de.  Ama gider ayak anladim ki arkadaslarimin bir bildigi varmis.

Son gun artik, havaalanina gitmek icin servisi internetten ayarlamistim ama tasdik numarasi ile gidip bir de bilet alman gerekiyormus.  Bunu ancak servis otobusu geldiginde ogrendim, adam da telasa gerek yok, su penceredeki adama git o halleder dedi.  Gittim, dedim boyle boyle, bana bileti verir misiniz? O da “hay hay” dedi, “hangi terminalden ucacaksiniz?”  Haydaaa, bilmiyorum ki?  Gelirken direk Amerika’dan Continental havayollariyla (bir Amerikan sirketi!) Terminal 3’e (domestik/ic hatlar terminali) inmistim, buna sasirmistim hatta, donuste de oradan donuyordur diye “Terminal 3?” dedim.  Adam “nereye ucuyorsun?” diye sordu, ucagin uctugu, aktarma yapacagim Amerikan sehrinin ismini soyledim, Houston mu neydi.  Adam da “Uluslararasi terminaldir o zaman” dedi.  Ben “gelirken 3’e indim ama?” diye usteleyince adam beni can evimden vuran, o karsiliginda her turlu lafi yapistirmak isteyip saskinliktan lal kalip sonrasinda “Ulan soyle diyecektim ki!” diye kafanizda senaryosunu tekrar tekrar, yeniden yazdiginiz o ani yasatan lafi etti: “Burasi Amerika degil, Kanada’nin farkli bir ulke oldugunu biliyorsun degil mi?”  Bohu bohu 😦

Ulan kompleksli herif, bu lafi ettigin kisinin isi bu, sen kime ders veriyorsun?  Statehood, independence, sovereignty, supra ve trans versiyonlari dahil nationalism vs. kavramlari alir basina corap gibi orerim icinde bogulursun, sen kime masal anlatiyorsun?  Farkli ulke oldugunu biliyor muymusum!!!  Resmen hakaret bu bana be!  Onun otesinde bu kadar Amerika gibiyken Amerika degiliz diye yirtinmanin manasi nedir ki?  Ucagim Amerika’da bir ic hatlar terminalinden kalkip Toronto’da bir ic hatlar terminaline indi iste, Amerika ve Kanada havacilik/havalimanlari sistemi o kadar entegre olmus, “farkliiii” diye yirtinmanin bir alemi var mi?  Arti, isin en ironik yani, benim Amerikali bile olmamam, adamin algiladigi gibi bir sey ne soyledim ne ima ettim.  Yani adam bunu derken “Pis Amerikalilar, bizi 51. eyaletiniz saniyorsunuz arogansinizi alin da g.tunuze sokun” dercesine bir tavirla soyledi bana, bulmusken bir laf sokayim bari gibilerinden.  Abi, aksanimdan anlamadin mi, ben Amerikali degilim ve Amerikalilarin sahip oldugunu varsaydigin o seyler bende yok, Amerikalilara dair onyargilarin sirf Amerika’ya ucuyorum diye bana islememeli!

Neyse, netice itibariyle bindik servise, yollandik havaalanina.  Yolda otobusteki wirelessi kullanip internetlerde surttugum icin pek dusunmedim adamin bu lafini ve tavrini, ama icime bir yere oturmustu, onu da o oturdugu yerde hissediyordum malesef.  Boyle boyle gittik havaalanina, girdik check-in sirasina.  Kadin ucus kartlarini ve saireleri verdi, “Ileride solda gumrukten (customs) gecip ucus kapisina gidin” dedi.  Ben de “Ne gumrugu ya, herhalde yanlis anladim” dedim, gosterdigi tarafa gittim. Bekliyorum ki guvenlikten geceyim, ucus kapisina gideyim.  Gittim gittim, bakiyorum da etrafima, hic oyle x-rayli guvenlik kontrolumsu bir sey yok.  Amerika’ya tum ucuslar gibi bir yazi gordum, “ya herro ya merro” deyip daldim.  Eneeeee!  Birden kendimi Amerikan pasaport ve gumruk kontrolu bolgesinde buldum.

Hani Amerika’ya gelislerde ucaginizin indigi havaalaninda pasaport kontrolu sirasina girip, siraniz gelince bankolarda dizili gorevlilere dokumanlari, parmak izini bilmemneyi verip, elemanlar OKi verince de valizlerinizi almaya geciyorsunuz, ya.  Aynen o sistem.  Sanki Amerika’ya giris yapiyormusuz gibi siraya girdim, bildigin Amerikan hukumetinin is verdigi, Amerikan vatandasi, USCIS gorevlilerine Amerikan gocmenlik dokumanlarimizi verdim, bir iki soru cevapladim.  Sonra adam “Welcome home!” dedi, “Evinize hosgeldiniz!”

Iste bunu duydugum anda, o icimde bir yere oturmus olan “Kanada farkli bir ulke biliyorsun degil mi?” lafini pppuuuahahahahaah diye kusasim geldi.  Aahhhahahahahah hatta!  Yani o kompleksli herifi yakasindan tutup su pasaport kontrolune getirip Toronto’nun biricik havaalaninda Amerika’ya giris yaptirip, gorevlinin “Amerika’ya hosgeldiniz!” demesini duyunca suratinin alacagi renkleri gormek istedim.  Ha, Amerika ve Kanada yolculara kolaylik olsun diye (ve muhtemelen havayollarinin durtuklemeleriyle) boyle bir anlasmaya/duzenlemeye gitmisler, sirf havaalaninda Amerika’ya giris yaptim diye ikisi ayni ulke olmadi tabii.  Ama bu “jurisdiction” “sovereignty” vs. kavramlar da o kadar siyah beyaz degil.  Amerika ve Kanada arasindaki kultur de dahil pek cok alanda cok bariz entegrasyonu goz ardi edip bu iki ulkenin 100% birbirinden bagimsiz oldugunu da iddia etmek gulunc olur.  Milliyetci Kanadalilar istedikleri kadar inkar etsinler, gidince her sey ortada.  Ingiltere-Fransa-Amerika kirmasi bir milletiz ve bundan gurur duyuyoruz desinler olsun bitsin, aslini inkar eden haramzadedir.

Neyse, bu Kanada bahsini burada kapatayim.  Bitirip yollamadan once bir iki sey eklemek istiyorum.

Bir: Ben Amerika Amerika dedikce “Amerika degil ABD” diyen takintililardansaniz “Canim caniiimmm, vah vah!” der uzulurum sizin icin

Iki: Amerika’ya girislerde adamlar “Welcome home!” deyince bir hos hissediyorum.  Bunun sucunu ise Turkiye’ye girislerde kontrollerini yaparken “Dur bi yamugun ciksin su ekranda da agzina sicayim” dercesine pis pis bakan, pasaportu geri verirken neredeyse bir de suratima tukuruverecekler diye korktugum sevimsiz polis memurlarimiza atiyorum izninizle.  “Ya benim koken G.Dogu’da diye mi boyle acaba?” diye de dusunuyorum bazen, ama sonra “bunlar genelde suratsiz be!” diyorum.  Sizin deneyimler nasil giriste?  Sizlere sevimli, sen sakrak, hosgeldiniizzz! diyorlarsa yikarim ortaligi vallahi.  Asil “ev”im olan yerde boyle muamele, gocmen oldugum yerde “evine hosgeldin!”  Ev olarak ikincisini benimsemeyi hic zorlastirmiyor birincisi!

Uc: Asagida bahsedecegim dedigim yemek mevzulari.  Ya ben bu Kuzey Amerikalilari anlamiyorum.  Kanadalisi da Amerikalisi da asagi yukari ayni bu konuda.  Bireyselcilikten mi bilmiyorum.  Soyle simdi: Kabine gidecegiz ya, organizasyon yapiliyor.  Simdi ben detayci ve planci bir insanim, bu arkadaslarin “anal/anally retentive” tabir edecegi turden.  Bundan gurur duymuyorum, benimki de abarti tabii.  Ama iki kahvalti, iki ogle yemegi, iki aksam yemegi yenecek oradayken, ve etrafta market ney olmayacak (ormanin ortasi).  Yani yiyeceklerimizi yanimizda goturmemiz gerekiyor.  Biz daha onceden kampa giderken Turk arkadaslarla (hello Ani!) yiyecekleri, snackleri vs. incik cincik planlardik, cok da guzel yerdik Allah icin.  Buradaki plan aynen su sekilde oldu (Kanadalilar konusuyor):

-Aksam fajita yapariz, bir de ben corba yaparim.  Siz (biz) fajita malzemelerini alin.

-Benim sevgilim kahvesiz asla uyanamaz, kahve yapmamiz lazim, kahve getirelim.

– Tamam, ben getiririm, bira da getiririm.  Siz(biz) de bourbon getirin? Oglen icin de herkes sandvic yapsin.

Bu kadar.

Ya olur mu boyle ya?  Bizim cumbur cemaat gidilen piknikleri dusunun bir, boyle mi organize olunur?  Ne yapalim, bunlar boyle.  Gittik aldik fajita malzemelerini.  Tabii ki “kuru kuru mu yiyecegiz ayol?” diyerek guacomole malzemesi de aldik (kocambey guacomole masteridir soylemesi ayip, ben “guacomole cok kolay ki” diye nasil yapildigini gosterdigim gunden beri kendini asti).  Oglen icin sandvic malzemesi de alalim dedik, sonra “aman ne sandvici, ben pogaca yapiveririm, onlari yeriz, hem kahvaltiya hem oglene gider gerekirse” dedik.  Kamplarin olmazsa olmazi nutellamizi da aldik.  Aksam sarapla yeriz diye peynir-kraker de aldik.  Bunlari backpacking yapip sirtimizda tasimayacagimiz, arabanin bagajindan kabinin mutfagina tasiyacagimiz icin hic kendimizi tutmadik.  Buyrun bakin, pogacalarim idealden biraz esmerce olsa da gayet fistik gibiler.

E simdi yarin sabah kahvaltida ya da oglen “hadi herkes getirdigi yemegini cikarsin yesin” yapilinca ben de mis gibi pogacalarimi cikarinca “Aaa, o da neymis?” diye meraklanmayacaklar mi bunlar?  Ben de gayet de Turk bir sekilde “biri yer biri bakar kiyamet ondan kopar” diyerek “ay buyurmaz misiniz?” yapmayacak miyim? Sonunda da ac kalmayacak miyim?  Abi “potluck” denen bir kulturel ogeniz var, niye boyle oldu ki simdi, butun yemekleri ortak organize edivereydik.  Bakin yarin bir gun haberlerde “Amerika’da karda mahsur kalan Turk kizi soguktan degil acliktan olmus” diye haber okursaniz Hurriyet’te bilin ki o benim.  Yemegini paylasip ac kalmak kaderimde varsa cekerim, ama su anda endisesini de yasiyorum ne yapalim.

Yazdigim eklerin sayisini unuttum, uc mu oldu dort mu, hangisiyse iste, bu da son zaten:  Dun sabah bu mutfak alisverislerini yapmak icin Kroger’s a gittik (Kaliforniya’daki Safeway/Von’s gibi, Tr’daki migros gibi bir marketler zinciri).  Normalde haftasonu gittigimiz icin insan cok oluyor, bu sefer bayagi tenhaydi.  Dondurulmus gidalar reyonuna girdigimde farkettigim bir sey super hosuma gitti.  Bu buzluklarin lambalari kapaliydi, sensor koymuslar, ben girince o koridora yandilar.  Yaklastigim dolabin isiklari yaniyordu.  Etrafta insan yoksa da sonuk kaliyor.  Cok akillica bir elektrik tasarrufu yontemi, cevreye ve kisitli kaynaklara saygi ornegi.  Kroger’s a + puan veriyoruz, Aferin.

Ahanda cikiyormusuz artik!  Butun gun de hicbir is yapmadim, rezalet.  Neyse canim sagolsun, kar bastirir da erken donersem arayi kapatirim. Insallah masallah!  Herkese iyi haftasonlariiii! Ciao! (Kar yagmasin kar yagmasin).

Acilarin kadini ve travmatize kedisi

“Cekmedigim dertleeeggg cileggg kalmadiggggg, feryatsiz gunduzugggmm gecem olmadigggg” diye haykirmak istiyorum. “Ay, yeter beee!” diye cirkef mahalle karisi moduna kaymam da an meselesi.  En son taco maco yazmistim ya, lay lay lay cok keyifliydi her sey, kocambeycigimle film izlemeye koyulduk, lakin filmin ortasinda benim icin iskence dolu anlar basladi.  Evet, film de biraz kotuydu dogrusu, ama benim yasadigim fiziksel aci filmin mental etkisini sildi atti.  Bunu sonra anlatirim, gecelim.  Netice su ki, cok rahatsiz boluk porcuk uykulu bir gece gecirdim.  Pazar gunu hala biraz rahatsizligim vardi ama bir onceki geceki agrinin yaninda solda sifir kaldigi icin cok onemsemedim.  Yayildim dinlendim.  Sonra gece “bu gece dun geceki yarim yamalak uykunun acisini cikaririm artik, soyle deliksiz bir uyuyalim, ohhh” diyerek uyumaya koyulduk.

Gercekten de guzel guzel uyuyordum ki “bam bam bam” seslerle uyandim.  Once ruya sandim, ama devam ettikce “n’oluyo be?” diye kulaklari actim.  Ben kulak tikaclariyla uyurum, on seneden fazladir bu boyle.  Uykum hafif oldugu icin koca horlamasi, kedi cosmalari gibi cevresel uyandirici faktorleri  izole etmek icin.  Kulak tikaclarina ragmen kapiya bam bam bam vuran ve birseybirsey diye bagiran adami duydum, kendime geldim, evin erkegini durttum, kapida biri var diyerek.  O sirada bir yandan da kapidaki adamin “maintenance!” diye bagirdigini anladim, ve hatta kocambey sersem sersem kapiya yoneldiginde adam anahtari kilide sokmus iceri girmeye davranmisti saniyorum.  Zavalli kedicik ise ayagimin ucunda miril miril uyurken birden ayaklanmis, daireye giren adamin sesini duyar duymaz da girecek delik arayisina girmisti.  Malesef girilecek delik bollugu yok ortada, yatakla duvar arasinda pustu kaldi.

Meger bizim dairenin sicak su kazani bir sekilde patlamis ve su sapir sapir asagi dairenin tavanindan duvarlarindan akmis o daireye.  Zaten “uykudan uyanmis gozleri mahmur” modunda kapiya yonelen kocamzavallisi da yatakodasinin kapisindan cikar cikmaz sirilsiklam bir haliya basan ayaklari sayesinde uyanivermis.  Kalktim baktim, eyvahlar olsun!!!  Banyo paspaslari sular icinde, banyonun onunden yatakodasi ve salona dogru iki koldan uzanan minik holdeki hali (duvardan duvara hali) vicik vicik.  Saate bakmayi akil ettigimde saatin 4 oldugunu gordum.

Sonra adamlar geldi gitti bir seyler yaptilar ettiler ve tekrar yataga girip bir iki saat daha uyumaya niyetlendigimizde saat 6yi geciyordu ve ev vizir vizir gurultuluydu, kulak tikaclarina ragmen!  O 2 saati askin sure icinde kocambey adamlarla ilgilendi, asil evimizde her turlu tamirci vs. elemanla ben ilgilendigim icin “oh be!” dedim.  Sabahin su saatinde bu isle ben ilgilenmek zorunda degilim ne guzel!  Ama tabii ertesi gunku temizlik isleri elimden opecekti, bunu biliyordum o ayri.

Ben de yatakta yattim usumemek icin, ama uyanik kaldikca mide de uyandi ve zaten sorunlu olan midem kazinmaya agrimaya basladi, imdaattt!  Diger yandan da kediyi sakinlestirmeye calistim.  Su kazanini degistirmeye gelen adam yuzunden asiri stres yasamadi, sadece cok gurultu geldigi anlarda banyoya komsu duvara dogru hamle yapmaya kalkti.  O anlardaki hem cesur ve merakli, hem de korkak ve temkinli halleri cok komikti aslen.  Asil sorun “su emici” adam geldiginde oldu.  Eleman once elindeki aletle islanmis yerleri belirledi, sonra disaridaki minibusumsu arabasindan uzanan hortumlarla suyu emdirmeye calisti.  Cok devasa bir elektrikli supurge seklinde dusunun bu sistemi, ve ne kadar gurultu yaptigini, bizim patlayan kazan yuzunden kac kisinin uykusundan uyanip kufur savurdugunu dusunun.  Bu emme/kurutma olayina bizim daireden basladilar, bizim is hallolunca asagidaki iki katla devam ettiler.  O yuzden biz tekrar uyumaya calisirken disaridan o virvirvir gurultu geliyordu.

Bu su emici alet dairenin icinde calisirken de gurultulu, ve adam yatak odasinin islanmis kisimlarini kurutmak icin iceri girmek zorunda kaldi.  Normalde kapali tuttugumuz kapi da acilinca kedicanim artik fittirdi.  Hemen veteriner pozunu aldik, kolumun altina aldim, hem kontrol edebiliyorum bu durumda, oraya buraya kacmasini engelliyorum hem de sevip, vucuduma dayayip guven vererek sakinlestirebiliyorum.  Zaptedilmek hosuna gitmese de teskin oluyor biraz.  Bu adam da 15-20 dakika isini gorup gitti.  Tabii bu arada sokak kapisi surekli acik oldugu icin sabah ayazi eve doldu, yorgan altinda bile usuduk.

Halilarda ve ozellikle de hali ile zemin arasindaki sungerimsi izolasyon malzemesinde nem kalmasin diye bir nem cekici (humidifier’in tersi anladigimca!), bir de devasa boyutlu fon makinesi olarak dusunulebilecek bir sey getirdiler ve kurdular, virvirvirvir gurultu (an itibariyle devam ediyor, en az bir butun gun de edecek).  Yeni su kazani takivermislerdi ama bir parcasi eksikmis, o yuzden calismadi, adam yarin sabah gelip yaparim dedi.  Ben sabah ofise gidecektim aslinda ama bu aletler virvir calisirken, adam da kapiyi acip girecek edecek, kedi iyice kafayi yer diye evde kalmayi tercih ettim.  Zaten uyku durumlari yuzunden perisanim biraz, belki sizarim bir ara.  Bu adam geldi yapti simdi aleti, zavalli kedicigim oturma odasinda yanimdaydi, girecek delik aradi bulamadi su fotograftaki hallere girdi.  Yalniz kabul etmeliyim ki futonun dibinde cok guzel kamufle olmustu, akilli kedim benim.  O futon dibinden onu cikarmak hic kolay olmadi, oyuncaklar bilmemneler kar etmeyince durttum de cikardim artik.  Simdi gurultuye ragmen biraz daha rahatlamis durumda, mamasini kumunu ulasilabilir yerlere koyduk, o acidan rahat.  Kum kutusunu banyoda biraksak olurdu de o devfonmakinesikilikligurultulualetin yanindan gecip kutuya gitmezdi, tuttugu cis yuzunden patlasa bile.  Nem cekici alet biraz daha sessizce, sabah bir ara onu yokladi kokladi ama hoslanmadi, simdi yuz vermiyor.

Ben de banyo paspaslarini camasir makinesine attim (dairede yok, 3 kat asagida, evimi ozluyorum camasir yikamak gerekince!)  Birazdan da kalkip evi bir supurup silecegim.  Adamlara ayakkabini cikar diyemiyorsun.  Vaktiyle birine soyledimdi, sigorta vs. yuzunden cikaramiyorlarmis.  Hakli buldum, artik cikarmalarini istemiyorum.  Soyle ki ayakkabisi yokken elektrik falan carpsa, kaysa dusse herhangi bir sigorta (onlarin is sigortasi ya da benim kiraci/ev “liability” sigortalari)  “aa ama ayakkabisi yokmus” diye reddeder, karsilamaz masraflari.  Bu durumda her taraf kirleniyor, gelsin supurmeler silmeler.  Sabah sabah kedicanim cok travmatize olmustu, bir de elektrik supurgesi cikarmayayim dedim.  Simdi yavas yavas sakinlesiyor, cikarip ortaligi temizlemeye baslayayim.  Kocambey de eve donecek birazdan, bir ucundan o da tutar.

Yav bu virvirvir aletlerin sesi uykusuzlukla birlesince birazdan iyice ninni gibi gelmeye baslayacaklar, beynim uyusuyormus gibi hissediyorum fonda bu virvirlarla!  Allah daha buyuk dert vermesin, ama ben iki gundur yasadigim fiziksel agri+her turlu uykusuzluk+bu virvirlar sebebiyle kendimi bugunluk acilarin kadini ilan ediyorum.  Kedicigim de bir twitteri, bir blogu olsa “travmalardan travmalara kosuyorum saatlerdir, yar bana bir huzur medet mevvvv mevvvvvv” diye iki satir yazardi eminim.  Izin verin bugunluk dramatize edeyim her seyi: Kahrediyooorr bu aletlerin virviri beniiii ben acilaaar kadiniyiiimmmmm.

Not: Golcuk depremi de boyle gecenin bir yarisi uykulardan uyandirmisti, yatagin kenarinda bir sabahlik bulundurmak giderek daha gerekli olmaya basliyor gozumde!

Simdi Istanbul’da Olmak?

Hello! Baban kellooo!  Diyarbakir’li cocuklarin turistlere ve dahi turist sandiklari yerlilere hitabiyla sevimli bir acilis yapmaya calistim, oldu mu? Hehe.

Karisik hisler ve dusunceler icindeyim, tam nereden baslayacagimi bilemiyorum, hmm, en iyisi buraya nereden geldigimle baslayayim.  Simdi efenim, su anda bir Cumartesi oglenin az gecmis bir sonrasi. Hava kapali, yagmur yagmasa da ortalik islak ve sogukca.  Kocambey haftasonu maftasonu bilmiyor, sabahin bir koru kalkti okula gitti. Caliskan cocuk.  Workshoplari var da.  Sozde oglen bitecekti ve o da eve gelecekti ve ben umuyordum ki bir seyler yeriz ve haftalik alisverisimizi yapariz.  Bu yuzdendir ki 10 gibi uyandigimda (ve “yuh, bu saate kadar nasil uyudum?” diye sasirdigimda) “aman yalniz yalniz ne sikici” diyerek kahvalti hazirlamadim, agzima bir seyler attim, cayimi icip icip internetlerde surttum, bir seyler izledim.  Kocamkisisi gelecek de beraber yemek yiyecegiz diye (bir de itiraf ediyorum ki tembelligimden) bir sey hazirlayip yemedim de bu saate kadar. Gidip gelip bir seyler atistiriyorum ancak.  Hala gelmedi herif, aramadi da. Tahminim workshop’u sonlandirdilar ama “hadi bir oglen yemegi yiyelim kendi yolumuza gitmeden once” dediler ve elemanlarin yemekleri cok uzun suruyor (iki gundur aksam yemeklerine katilan yavrucak gece 10dan once gelemedi eve).  Benim kocamzavallicigi ile oglen yemegi yeme planlarim yavas yavas suya dusuyordu eve gelmedigi her dakika, ama karnimi umitle doyurup bekliyorum hala.

Iste bu ahval ve seraitte, hala internetlerde geziniyordum.  “Biraz NYTimes bakalim” dedim, “kulturlenelim, gunluk elitizm dozajimizi alalim bir sey olsun.”  Baktim ettim, su Haiti’den White Man’s Burden’a tas cikartacak sekilde cocuk kacirmaya kalkan Idaho’lu kilise kackinlarinin hikayesinde son perde ve saire haber okudum.  Sonra baktim, Tokyo’daki noodlecularla ilgili bir haber, Travel bolumunde.  Acim ya, actim okudum. Ve bu arada tabii “noodle istiyorum huleaynnnn!” moduna girdim.  Ki noodle cok da sevdigim bir sey degildir.  Uygur usulu lagman (ismi cince low mein’den geliyor seklinde bir inancim var) yedigimde cok hosuma gitmisti, ama sonra Amerika’da cesitli ortamlarda yedigim “noodle”lardan cok da zevk almadim nedense.  Uni’deyken kampuse yakin bir noodle’ci vardi, arkadaslar pek seviyorlardi, “hadi yemege gidelim, nereye gidelim?” deyince ilk soylenen yer oluyordu, vetolarim yuzunden beni afaroz edeceklerdi.  Ama iste, aclik sen nelere kadirsin.  Soyle sebzeli mebzeli bir noodle corbasi olsa, sarolop surolop sesler cikararaktan yesem…  Bu dusuncelerle bulundugumuz sehirde noodle’ci var mi diye bakmaya koyuldum.

Internetlere gore bir japon noodle’cisi var buralarda bir yerlerde ama biraz “phantom noodleci” sanki, yani arayinca ismi cikiyor ama bir web sayfasi yok, yelp’te yer almiyor, oyle “sehrimizin restoranlari” listelerinde cikiyor bazi bazi.  “‘Internette yoksa yoktur aga!’ mi demeli acaba?” (duble tirnak kullanimi nasil ama?) dedim, icimde derin celiskiler yasadim.  Acim tamam mi, oyle var mi yok mu dusunecegime, yelp’te bunu ararken gozume takilan baska yerlere dogru actim yelkenleri dagildim gittim.  Mesela civarda bir taco’cu cok guzel yorumlar almis, birden benim midem, yolu mideden gecen gonlum, aklim, fikrim direk “Tacooooo!” diye inler oldu.  Meksika yemeklerini cok severiz ailecek (kediden emin degilim gerci), bulundugumuz yerlerde sevdigimiz, margaritalariyla olsun enchiladalariyla olsun gonlumuzu celmis bir meksika restoranimiz olsun isteriz.  Bulunsun ki devamli oraya gidelim (Bu arada civarda iki tane boyle guzel restoran olmasi kotu oluyor, o mu bu mu diye helak oluyor arkadas gruplari: Celia’s vs. P.A. Sol ikilemlerini az yasamadik!!!)  Burada iki restoran denedik ama acikcasi gonlum pek celinmis degil.  Anlatilanlardan bu mekanin cok otantik, ozune bagli oldugu soyleniyordu (sakatatli tacolar her yerde bulunmuyor zira, Amerikalilara yonelik olmadigi belli sakatatlarin).

(Ac parantez: kocamefendi aradi, korktugum gibi yemek yemisler, ve saire ve saire, planlarim su anda suya dusmus durumda.  Birazdan gelecek ve cikacagiz. Hazirlanayim ben, cikmadan yazabildigimi yazayim, sonra yazinin gerisini donunce yazarim artik.: Kapa parantez)

Neyse iste, tacocu heyo derken, bir de baktim ki tapas’ci varmis, sangria tapas falan derken aklima Ispanya’dayken yedigim super seyler geldi, bir an kendimden gectim (yine).  Amerika’nin ufacik bu sehrinde bir tapas restorani olmasi guzel tabii de hic o gercek Ispanyol tadlarini bulacagimi zannetmiyorum.  Yine de gidip bir denemeye deger bence, ustelik pahali olmasina ragmen.  Murekkep balikli kalamar, paella, Allah’im sana geliyorum!!!

Baktim olacak gibi degil, kapattim yelp’i.  NYTimes’a geri dondum, travel sayfalarindayim.  Sabah facebook’ta arkadaslardan birinin post ettigi, internet surtmelerimin ilk saatinde baktigim 36 saatte Istanbul yazisi “en cok email ile yollanan haber” listesinde 1 numeroydu.  Yarebbim biz Turklerin etnosantrikligi ve internette tiklama ustaligi beni oldurecek!  Bak yeminlen, dunya bittikten, hepimiz gittikten sonra buraya gelen uzaylilar ufak tefek seylerden insanoglunu tanimaya calisirsa eger, “Turk denen bir tur varmis, bunlar internet denen ortamda klikleme sampiyonlariymis, bu konuda efsanelermis, Time100’den beri boyleymis” diye gecirecekler kayitlarina.

Oradan tekrar baktim Travel sayfalarinda Istanbul hakkinda cikmis yazilara.  Istanbul restoranlari uzerine bir sayfa vardi, millet (okuyucular) kendi yorumlarini onerilerini yaziyor.  Bir de “save or splurge” diye ayri bir yazi, Istanbul’un tadini para saca saca ya da kuruslari saya saya cikarmak icin oneriler.  Su slideshow da uzerine dikilmis tuy.  Bunlari okudukca, fotograflara baktikca, “Vay anam vay, neler donmus Serhat ya!” demekten kendimi alamadim.  Su bahsedilen mekanlarin bir kismini duymuslugum, coguna da gitmisligim yok zira.  Simdi Istanbul’da olmak vardi anasini satiyim gurbetci Turkler olarak sik ettigimiz laflardan ama iste birden iskillendim, “ulan, hangi Istanbul?”  Haaaaaaaah, sadede geldim, kocambey de geldi, kactim, devami birkac saat sonra.  CilginSapkaci save eder ve kacar!

Saatleeeer sonra geri dondum.  Artik ac degilim, bu tacocuyu denedik hemen.  Hatta deneyelim nasilmis diye margarita istedim, kucuk boy isteyince adam eliyle “Su kadarcik o boy” diye kahve fincani hadi olmad cay bardagi boyu gosterdi ve ekledi “bir buyugunden alin isterseniz.”  E iyi madem dedik, gelen margarita ufagindan bir surahi boyunda bardakta geldi, bir bira bardagindan kesinlikle daha buyuktu bardak.  Taco maco derken doymus bulundum, o acinasi acligim gecti!  Simdi devam edeyim bu icime dert olan Istanbul muhabbetine.

Hemen Ada’dan baslayayim hatta.  Istanbul’da gecirilecek 36 saate aksam 5te Ada’da icilecek bir Turk kahvesiyle baslanmasi onerilmis.  Ba-ba-ba-ba, Ada’ya gidip kahve icecen!  Ada eskiden cok guzel bir kitapciydi, mutlaka giderdim, ozellikle alt kattaki sosyal bilimler kitaplari kismi iyiceneydi.  Ne zaman basladi bu donusum, ne zaman bitti ben bilemiyorum ama Ada simdi bir cafe olmus.  Kenarda cok kisitli bir yere (kitapliklardan bir duvar ve onun civarindaki tezgah diyebiliriz) kitaplari yigmislar, paravanla ayrilmis bu bolumden gayrisi cafe.  Alt kat ne oldu bilmiyorum, girilmiyordu galiba, atmiyim simdi ama hatirladigim kitap koleksiyonunun 3 kategoriden olustugu: bestsellerlar, klasik edebiyattan bir demet (en populerler), Istanbul ile ilgili turistlere yonelik kitaplar.  Iste benim eski halini ozleyip yeni haline “iyyy” dedigim bu mekan, o yeni hali ile NYTimeslarda tavsiye ediliyor. Tey tey tey.

Sonra iste gece mekanlari kismi var.  Simdi itiraf etmeliyim ki “Hocamamacalismadigimizyerdensormussunuzzzz!”  Gece hayati canli bir insan olmadim hic, oyle mekan mekan gezip alemlere akmisligim yoktur.  Aksam cikinca da Nevizade ve saire, ya da Babylon’da Kemanci’da bir performans vardir izlemek istedigimiz ona.  O 360 derece manzarali mekanlar, MaykilDaglis’in bogazin maviligine dalip “Off, aldik kendimizden genc das gibi hatunu, nasil tatmin edicez, kus da kalkmaz oldu” diye dertlendigi Ulus bilmemkac bar/restoranlar tamamen kapsama alanim disinda kalmis.  “Ya niye ki?” diye sordum kendime.  Elin turisti gelip bu ortamlara akarken ben niye yabanci kalmisim?  Cevabim birkac turlu: 1. Dedigim gibi cok gece kusu degilim: neden degilim apayri bir soru ama ozenmedigimi soyleyebilirim. 2. Zengin degilim: Girisine, girdikten sonra yemegine/icmesine hayvani paralar odenecek mekana gitmek beni rahatsiz eder.  Cimrilikse cimrilik, tipatip ayni ickiye (1 sise bira ya da 1 kutu kola diyelim) 3-5 kati para vermek icimi cizlatir.  Ha, o parayi ickiye degil ortama oduyorsundur aslinda, ambiyansa vs., ama iste zevk almadigim bir ortama niye para vereyim?  Piyasa falan yapma niyetim de yoksa? Di mi yani? 3. Cevrem de gitmiyor:  Kendi basima sap gibi “hadi bir de bilmemnereyi deneyeyim” diye disari cikmiyorum Istanbul’da olunca, arkadaslarla anlasip program yapiliyor.  Hic de “hadi suraya” (sura=bahsi gecen ciks mekanlar) diyen arkadasim yok ne yapayim?  Bir arkadasim var, sik gorustuklerim icinde bu tur “in” ortamlarla en hasir nesir olani, onunla yakinlastim bu club havalarina, ama dibine vuramadim.  Hani onune geleni de almiyorlar ya bu mekanlara, gidersem kesin kapida kalirim, hahaha. (Bu arada Uni’den bazi arkadaslarim var, o zamanlar super samimi olmadigim simdi de pek gorusmedigim kisiler, onlarla takilsam belki bu satirlari yazmiyor olurdum).  Neyse ozetle: Klupler ve gece hayati konusunda bir yandan “ulan elin turisti bikbikbik, biz de sozde Istanbul’da bikbikbik” etsem de, “Istanbul’da 36 saatin var” deseler gidecegim yer oralar olmaz.  Benim Istanbul’um bu degil!

Gelgelelim, restoranlar konusunda durum tamamen farkli.  Is yemeye mideye gelince biraz gozumun dondugu dogru.  Oradaki sorun su: sinirli bir sure icin Istanbul’a gidiyorum, e annecigim de guzelim yemekleri pisirip pisirip onume dosuyor.  Hatta jetlagli halde su boregi yemek bir gelenek oldu bende, hehehe.  E durum boyleyken restoranlara cok isim dusmuyor.  Atiyorum, cigkoftenin lahmacunun hasi bizim evde yapiliyor, disarlarda aramaya gerek yok.  Yine de gittikce uzaklardayken aserip de yapamadigimiz/bulamadigimiz seyleri yemeye calisiyoruz. Bir doner, bir iskender, bir midye tava bu kategorinin olmazsa olmazlarindan.  Onlari da iste denk geldigi yerde yiyoruz, genelde Istiklal civarinda.  E ama bakiyorsun bu Istanbul Restoranlari listesine, millet saymis dokmus uzadikca uzamis, ve ben bu restoranlarin cok cok azina gitmisim, buyuk kismini duymamisim bile.  Iste bu ayip!  Ha restoranlar boyle kodamanlara yonelik tuzlu $$$$ mekanlar olsa yine “zengin degil cimriyim”e baglayacagim ama ille de oyle ciks mekanlar degil bahsedilenler.  Bu niye benim Istanbul’um degil huleayn?

Hatirlarsaniz Turk Mutfagi baslikli yazimda Istanbul’a gelip orda burda yemekleri goturup bizi ekran karsisinda kendisine kufrettiren elemanin programindan bahsetmistim. Sonunda da “Istanbul’a gidicem, liste yapicam, onu da yiycem bunu da yiycem” diyerek “Fistik benim olucak, binicem ustune vurucam kirbaci vurucam kirbaci!” diyen SISKO Nuri’ye bir adim daha yakinlasmistim.  Iste, su yazilari okudukca yine ayni hislerle doldum tastim.  Su restorana da gidicem bu restorana da gidicem diye kendimden gecer oldum.  Sadece restoranlar da degil, atiyorum SantralIst’i gormedim hic, kultur baskentinde biraz da kultur’e bulanalim gitmisken.  Ne bileyim, Amsterdam’a Madrid’e Londra’ya gidince ille bir sanat muzesi geziyoruz, Istanbul’da niye bu tur sanatsal faaliyetimiz olmasin?

Ama sonra dusunuyorum: Ya ama bunlar turistik aktiviteler, biz Istanbul’da oturuyoruz ki, orasi ev. Sonra tabii dank ediyor kafaya hemen.  Yok cicim, sen de turistsin Istanbul’da, anan baban orada oturuyor ama sen 3 haftalik sipsak goruyorsun anca, ona gore davransan belki travel eklerinde onu bunu gorunce “a sunu da yemistim, a bunu da gormustum” diye hatirlar sevinirsin “niye gormedim niye yemedim” diye hayiflanacagina.  Evet, bu seneki Istanbul maceramda minimum mecburi miktarda domestik takilmaya karar verdim iyicene, kendimi turistlige vuracagim. Annem bu durumdan pek memnun olmayabilir ama napalim artik.

Gerci yine de bir tedirginlik yok degil. Bu turist arkadaslarin dizim dizim listeledigi restoranlar oyle matah yerler olsa Istanbul’lu arkadaslarim niye oralara gitmiyor?  Acaba benim boyle “Ay acaba nasil kiii?  Bahsedildikleri kadar guzeller mi kiii?” diye burada dellenmemin musebbibleri acaba Turkiye’ye, Istanbul’a, Turk mutfagina cok yabanci turistlerin cehaletleri yuzunden gereginden fazla etkilenip gereginden fazla ovdukleri yerler olmasin (aynen surada bahsettigim sey)?  Yani Istanbul’un yerlileri ile turistlerinin yasadiklari “Istanbul” cok farkli Istanbul’lar olabilir mi?  Atiyorum, turistler icin Istanbul’daki merkez Sultanahmet ama ben Istanbul’da yasadigim yillar boyunca cok cok az kere gittim Sultanahmet’e, cogu da gelen yabanci arkadaslari gezdirmek icin.  Gitsem mesela Sultanahmet’e, Konyali’da yemem gider kofte yerim.  Kurufasulye pilav’i Konyali’da ne yiyeyim, gider Cerrahpasa’nin oradakilerde yerim (oyyy canim istedi simdi k.fasulye-pilav).  Ozetle: tamam turist gibi gidiyoruz memlekete, ama lonely planet’la sehir gezecek turist de degiliz beyav, kendi ulkemiz kendi Istanbul’umuz orasi.

Neyse iste, daha vakit var.  Istanbul’a gidene kadar bu icimdeki celiskileri bir rayina oturtabilecegime inaniyorum.  Kesin bir liste olacak elimde, o %100.  Ama listeye ne girecek, ne giremeyecek onu gorecegiz.  Simdilik “yine hasta olup evde mahsur kalmayayim” diye dilemekle basliyorum!  Bir noktada “Benim Istanbul’um” listesini de paylasirim elbet.  Simdilik kesin olan: Simdi Istanbul’da olmak vardi anasini satayim denilince ilk akla gelenin aile, es, dost ve akabinde iskender/doner/midye uclusu oldugu.  Allah’in turisti “eewww” diye burun kivirip midyeciklerimi bahse deger bulmuyor diye gozardi edecek degilim.

Boyle iste: NYTimes travel eki, seviyorum seni ama arada cekememezlikten gicik oldugumu da inkar edemem.  Bu arada1: Ben burada Istanbul’da yiyeceklerime hasretle aserirken Eksi Sozluk’te Burger King soslarina 25kurus istiyor diye kendilerini parcalayan gencleri gormek yuregimi tarif etilmez sekillerde burkuyor, bouhu bouhu. Bu arada2: Oneriler olursa yorumlar kismina sira sira dizin arkadaslar, turistlerin onerilerinden daha onceligi olacagi kesin.  Hatta blogu okuyan 3-5 kisinin cogunun da benim gibi gurbetci olduguna aldirmadan anket yapmis olayim: Istanbul’a gelince nereye gideyim, ne yiyeyim?

Sorunlu Ogrenci Profili #2

Vaktiyle bir “Sorunlu Ogrenci Profili #1” ile bu serinin ilk yazisini yazmistim.  Iste ikinci profilimizi yazmak bu gune kismetmis.  Bugun bu kisinin aklima dusmesinin ise bir sebebi var.  Gelecek sene icin alinacak ogrencilerin basvuru dosyalarini inceliyoruz su siralarda.  Basvuranlar listesinde bu arkadasin ismini gorunce “yuh yani!” dedim.  Ne yuzle bu bolumde lisansustu programa basvuru yaptigini kesinlikle anlamadim.  Birazdan anlattiklarimi okuyunca bu basvurunun nasil gereksiz bir girisim (anglofonlarin guzel sifati “futile” cuk oturuyor durumu tanimlamaya) oldugunu anlayacaksiniz.

Bu eleman benim bu okuldaki ilk senemin son doneminde verdigim derse yazilmisti, oradan taniyorum.  Kendisine kisaca Catlak diye hitabetmek istiyorum burada izninizle.  Ders Islam ve politik Islam uzerine ve sinif 90 kisilik.  Dersi alanlar, her zamanki gibi karisik bir grup, her turlusunden ogrenci var. Haftada 3 gun ben “lecture” tarzi ders anlatiyorum, bir gun de asistanla ufak gruplar halinde tartisma saatleri var.  Bizim Catlak daha ilk haftalardan ilgimi cekiyor cunku normalde tartisma isini ben yapmadigim icin sadece “su konuya aciklik getirir misiniz?” turu aciklama isteyen sorular geliyor ogrencilerden derste ama bu eleman direk elini kaldirip, alakasiz bir yerde alakasiz bir kuyuya tas atiyor.  Ben de kisaca bir cevap veriyorum, konuyu uzatmadan, eger ilgileniyorsaniz dersten sonra daha uzun konusabiliriz diyorum.  Sorulardan ve tavrindan hemen anlasilan bir sey var: arkadas dersi konuyu ogrenmek icin degil koyu dindar bir Hristiyan olarak bu konuya dair bir seyler ogreneyim de bu dine ve bu dine mensup insanlara daha saglam saldirayim diye aliyor.  Cunku sordugu sorular bayagi saldirgandi, ve dersimi alan Musluman ogrencilerin rahatsizlik duyduklarini da hissediyordum.  Dusunce hurriyeti ve kutsala saldirma arasindaki ince cizgiyi cizecek otorite ben oldugum icin biraz zorlanmadim degil ama gerek benim “50 dakika vaktim ve uzerinden gececek bir suru konum var” derdim, gerek uzerine alinabilecek ogrencilerimin akli basinda ogrenciler olmalari, gerekse siniftaki diger cocuklarin “off, konumuza donelim” modunda olup konuyu uzatmayislari sebebiyle idare ettik.

Derste pasif agresif bir tavir sergileyen Catlagimizin aslinda bolumde taninan bir catlak oldugunu anlamam ise asistanim sayesinde oldu.  Dersimiz sabahin 9undaydi ve ben en gec 8:30da ofiste oluyordum.  Asistanim da hep benden once gelmis oluyordu.  Bir gun geldim ofisin kapisini aciyorum baktim bu eleman asistanimin ofisinin kapisinda durmus bir seyler tartisiyor onunla.  Mudahale etmedim o anda ama derse beraber giderken “ne oldu? bir sorun yok degil mi?” diye sordum.  Asistan anlatmaya basladi.  Bu yeni bir sey degilmis.  Simdi hatirlamiyorum tam olarak neye taktigini, sanirim asistan derste bazi Islami hareketlerin bayraklarini gostermis, Catlak da bunun uygunsuz oldugunu, vahsi goruntuleri(??) gostermemesi gerektigini falan soylemis, onu tartismis, boyle bir seydi sanirim.  Bu daha bir sey degil dedi.  Meger bu Catlagimiz bolumdeki kadin ogretim gorevlilerine takiyormus (neden? bilinmiyor!).  Daha once bizim genc kadin arkadaslardan birinden bir ders almis, donem boyu sorun cikardigi gibi donem bitince de kadini once bolume, sonra dekanliga sikayet etmis, basina bela olmus.  Daha bitmedi.  Benim asistan’in bir iki sene onceki bir ofis arkadasi bunun asistaniymis o zaman, diyor ki bizim Catlak devvvamli ofislerine gelirmis.  Sacma sapan sebeplerle, ofis saati olsun olmasin cocukla konusmaya calisirmis.  Cocuk bakmis ofiste is yapmak imkansiz hale geldi, ofise gelmeyip evden, kutuphaneden calismaya baslamis.  Donem sonunda hatun notunu begenmeyince ne yapmis dersiniz?  Sikayet etmis bolume.  Gerekce: “Bu dersin hocasi ve asistani bana komplo kurdular.  Benim asistana asik olmami sagladilar, bu sebepten derse yogunlasamadim ve iyi not alamadim”!!!!?!?!?!  Inanabiliyor musunuz?  Komplo teorisine bakin! Iste bu ogrencilerin hep soyledigi “bana karsi komplo var” aciklamasi bu arkadasta da var.  Sanirim basarisiz olmalarini kendilerine yakistiramadiklari icin bir cesit yansitma uyguluyorlar.  Bunu yaparken ne kadar sacmaladiklarinin farkinda bile degiller.

Neyse bizim elemanin boyle bir sicili oldugunu ogrendikten sonra daha dikkatli olmaya karar  verdim, asistana da eger durum ciddilesirse kesinlikle haber vermesini soyledim.  Isin iyi tarafi, asistanim bu isi yillardir yapan, isinin ehli birisiydi, ve durumu kontrol altinda tutabilecegine guveniyordum, tuttu da.

Donem boyu derste olsun, ozellikle tartisma saatlerinde olsun pasif ve aktif agresyon sergilemeye devam etti Catlakcigimiz.  Artik son hafta ve son ders.  Dersimi bitirmeme 5 dakika kalmis.  Iki uc cumle edecegim veda babinda, ve bitecek gidecek.  Donemi bitirmeme 3 cumle kala bu yine kaldirdi elini.  Ulan gormezden gelsem? dedim ama simdi fittirmasin diye izin verdim.  Asrin hatasi!  Hatun biliyor bela cikarmak icin son 5 dakikasi oldugunu, tee dersin basinda bahsi gecmis bir konuyu gundeme getirdi tekrar.  Musluman kadinlar erkekler tarafindan eziliyor ve bunu seve seve kabul ediyorlar gibi sacmalamaya basladi.  Ha Musluman dunyasinda ataerkillik ve bunun dinle etkilesimi ve saire ilginc konular tabii ki, onemli de.  Ama onun orada yapmak istedigi bunlari tartismak degil, sinifta basortulu Musluman kizlara alanen saldirmak.  Kizlar da “eeaaaah yettee beeeaa!”nin daha ogrencicesi bir sekilde ellerini kaldirip yerlerinde ziplamaya basladilar. Ben de sinifta bir dunya savasi baslamasin diye, bu saldiriya ugrayan kizlarla aramin iyi olmasini, anlayisla karsilayacaklarini bildigim icin, “Gordugun gibi buna itirazlar var” dedim, “bargaining with patriarchy” meselesinden bahsettim, gorusunun nasil yuzeysel, yuzeyselligi yuzunden de cogunlukla oldugunu anlatmaya calistim.  Dersi, donemi bitirmeme 3 cumle kala bir sinir harbi yasadim.  O konuyu kapatip, son 3 cumlemi soyleyip hepinize basarilar falan deyip “bay baaayyy”i cektikten sonra ogrencilerim “Vah zavalli hocamiz, ne acilar cektin donem boyu su Catlak yuzunden” dercesine alkisladilar beni (pek duygulu anlardi!  Ilkokul 4’te 23 Nisan piyesinde basrol koylu kizi Kezban oynadigimda aldigim alkislari hatirladim.  Ulan keske tiyatrocu olaymisim, her gece alkis her gece alkis dedim. Sonra uyandim.)

Catlakcigim daha sonra ders degerlendirmesi yapmis, bayagi uzun bir yorum yazmis. Anonim tabii bu yorumlar ama o kadar belli ki “ben Catlagim, bunu ben yazdim!” diye bagiriyor resmen. “Daha once X dersinde yasadigima benzer bir deneyimdi” diyor dersim icin, o X dersi de oraya buraya sikayet ettigi arkadasin dersi.  Ne irkciligim kalmis ne de radikal orgutlere eleman yetistirmeye calistirdigim.  Resmen kicimla guldum.  Politik anlamda sapina kadar sekuler bir insanim, kisisel anlamda da mutedeyyin insanlara “Musluman degil bu ayol” dedirtecek kadar dinden ibadetten uzak biriyim (cehennem varsa yanacak benim, kimse bikbik etmesin bana!).  Turkiye’den oldugum ve bu dersi verdigim icin direk dinci, jihadist falan saniliyorum bazi kackinlar tarafindan anlasilan.  Endonezya’dan bahsederken “Simdi dunyayi ele gecirmenin zamanidir!” demisim!!!! Kicim iflas etti artik, neremle gulecegimi sasirdim buna.  Endonezya’dan bahsederken Iran devriminin bu ulkedeki radikaller uzerindeki etkisinden bahsediyordum.  Iran devriminin basarisindan feyz alan Endonezyali radikaller boyle boyle dediler demistim.  Bu cumlenin basini bir sekilde algilayamadigi icin sanki o radikallerin dedigi seyi ben demisim gibi algilamis.  Bu kizin genel catlakliginin otesinde iste koyu dindarligi yuzunden bir sorun yasadik.  Derste soyledigim her seyi kendi filtrelerinden suzup de algilamis anlasilan.  Ve o filtrelerden suzulen ben de boyle garip bir cihat savascisiymisim!!!  Ders degerlendirmeleri kaydimda oyle duracak o yorum: irkci, radikal.  Basima bela olmasa bari.

Donem bittikten sonra arkadasa yaptigi gibi beni de oraya buraya sikayet edecek mi diye bekledim.  Notundan biraz sikayet etti falan ama sikayet -bildigim kadariyla- olmadi.  Bir daha karsima cikmadi, ciksa da gorecegi muamele belli (“yallah yavrum, hadi yallah!”).  Lakin gecen sene o zaman asistanim olan kisi “bu catlak benden  lisansustu basvurulari icin tavsiye mektubu yazmami istedi, inanabiliyor musun?” dedi.  Tabii ki reddetmis. Aman dedim uzak dur.  Ve simdi farkediyorum ki, bizim bolumumuz de basvurdugu programlar arasinda.  Baktim, sosyoloji bolumunden bir profesor 1 paragraflik bayagi da jenerik bir mektup yazmis.  Referans olarak listeledigi diger iki kisi mektup falan yazmamis.  O iki kisiden biri kim bilin bakalim?  Kendisine karsi komplo duzenleyip onun asistanina asik olmasini saglayan profesor arkadasim!!!

Ne bileyim, insanlarin basina boyle bela olsam, onlari ordan oraya sikayet etsem, onlari boyle sacma sapan ithamlarla ugrastirsam, gidip de onlardan birakin mektup istemeyi, kapilarinin onlerinden gecmeye yuzum olmaz.  Bu hatun ne yapiyor? Bolumde en az 3 hocanin sitkini siyirdiktan sonra onlardan mektup isteyip, onlarla lisansustu calismak istiyor.  Ustelik not ortalamasi ve test skorlari da cok kotu.  Allahtan kotu.  Bu eleman kazara bizim lisansustune kabul alsa, hayat zindan olur be!  Iyyy, kabus gibi. Bu ihtimali dusunmek uyanik gorulen bir kabus resmen.  Cunku lisansustu ogrencilerle daha yakin bir iliskimiz oluyor, asistanlarimiz oluyorlar vs.  Bu Catlakla kimse calismak istemez ki superzeka bile olsa, resmen bunalima sokuyor insani sacma sapan takintilariyla.

Simdi bu eleman not ortalamasi ve test skorlari yuzunden en bastan elendi, otomatikman.  Belli minimumlarin altinda kalan herkes gibi, kisisel hicbir yani yok bu elenmenin (kaldi ki basvurusu tamam bile degilmis mektuplar eksik).  Ama simdi “uzgunuz programa kabul edilmediniz” mektubunu alinca buna tepkisi ne olacak?  “Bana komplo kurdular, irkci pisboklar!”  E ne diyeyim ben sana yavrucugum, ne diyeyim?  Benden uzak, inandigin tanrina yakin mutlu bir hayat dileyip seni unutmayi seveyim.

P.S. 1. Bloguma favicon yaptim kedimin patisinin fotografindan ama chrome gostermiyor. Cok profesyonel bir sey degil ama bence cok cici.  2. Artik saatlerle olculebilecek bir sure sonra LOST’un son sezonu basliyor (ben 6×1’i bootleg’den izledim bile).  Cok heyecanliyim ama bir yandan da bir TV dizisi icin bunca heyecan duyuyor oldugum icin “salaksin” diyorum kendime.  Daha sonra bir ara bu Lostsal duygu karmasalarimi anlatirim.  Her yerinden opuyorum lost! (Ben’e ozel: Gozlerinden opuyorum dolandirici kopek!)