Bebekle yolculuk

Galeri

Birkac saat once sali gunu ayrildigimiz evimize geri donduk.  Dusununce aslinda 5 gun falan anca oldu yoklugumuz ama oyle yorulmusum ki… Tabii bu yorgunlukta dogu kiyisinda saatlerin su anda gece 10 olmasi ve benim uyku saatim olmasinin da etkisi var, … Okumaya devam et

Eve donus -sweet and sour

En son yazdigimda dogu kiyisinda gecici ikametimizin baslarindaydik.  Dun gece kocambeyi ve kedikizimi orada birakip geri geldim eve, birkac gun sonra Turkiye’ye gidecegim.  Asagidakileri G+’ta yazmistim, bir “ben geldim” guncellemesi yapacaktim ki almis basini gitmis.  Buraya post edeyim dedim.

Geldim dun gece ama boyle bir garip hissediyorum. Evime kavusmus olmaktan cok memnunum, bayagi ozlemisim, hele dogu kiyisinda oturdugumuz pek sevemedigim daireden sonra ilac gibi. Ama diger yandan icimde bir burukluk var, sebebi cok.
1. Kocambey beni havaalanina birakip doner donmez iyice hastalanmis, yorgan dosek yatiyor gidip bir theraflu alacak insan yok.  Dogudaki mekanimizda sevmedigim seylerden biri buydu, adam gibi bir sosyal cevremiz olamadi. Ancak “is” arkadaslari, arada beraber yemek memek yense de “biz yokken kediNazli’yi kolocan eder misiniz?” diyecek kadar bile samimiyet olmadi onlarda. Burada da cevremiz cook genis degil ama basim sikistiginda rahatca arayabilecegim insanlar var. Zavallimin kimsesi yok, arabasi bile yok, kendi kendine cay (demleme degil sallama) yapip bal limonla iciyormus 😦

2. Bu ev Nazli’siz cok bos. Inanir misiniz dun aksam geldigimden beri bir “phantom limb syndrome/hayalet uzuv sendromu” yasiyorum resmen. Daha kapidan girerken merdivenlerden pit pit iniyor olmasini bekleyerek gozum oraya kaydi. Devamli bir yerlerden cikiyor olmasini bekliyorum hala. Dun gece bati kiyisi saatine alisayim diye yataga gitmemeye direndim, o arada birikmis postayi falan irdeledim. Koltukta oturdugum yerin hemen karsisinda kapinin kenarinda bir bocek ilaci sisesi vardi, bir karalti olarak gorunuyordu. Zarflari acarken gozumun ucundan goruyordum, her seferinde “nazliiimm” diye kafami kaldirip “haa, siseymis” diye hayal kirikligina ugruyordum. Bir degil iki degil, sanki orada “biblo durusu” durmus nazli duvara kafasini surtmeye hazirlaniyor gibime geliyordu. Bu sabah uyandigimda ayagimin ucunda yatan kedimin hareketlendigimi gorur gormez gelip burnumun dibinde bitmesi sahnesinin tekrarlanmasini bekledim, olmadi. Hala walk-in closet gibi Nazli’nin girmemesi gereken yerlerin kapilarini kapatiyorum acik bulsa iceri siziverecekmis gibi. Masa basindaki sandalyemin dibine yatmayi pek sever, kalkmak icin her sandalyeyi geri itisimde hala donup arkaya bakiyorum orada yatiyorsa ezmeyeyim diye. Kocambey webcamle gosteriyor orada dolanan mama yiyen Nazlimi, cok yanlis geliyor o goruntu, o kedinin burada bu evde olmasi lazim. Su son birkac sene Nazlisiz gecmezmis, bunu anladim. Alti ustu bir kedi, evimizi, hayatimizi bayagi dolduruyormus meger.

3. Soguk! Dogu kiyisinin sogugunu da mi aldim geldim nedir? Buranin kis sogugu cok kotu olmaz genelde, belki 1-2 hafta suren bir soguk donemi olur, o soguk da dogu kiyisinin iliman kis gunleri gibi olur. Disarisi cok soguk degil herhalde, hele gunduz ortalik isininca. Ama aksam ev buz gibiydi, isinma, ocak, firin, kurutma makinesi falan hic calismadigi icin soguk kalmis ev, hele de ust kat. Aksam isitmayi calistirdim ama cok ise yaramadi. Gitmeden once hala bir pike ile yatiyormusum, yatagin ustunde pike ortuluydu. Dun gece yorgan ve battaniye cikardim, onlarla yattim, kalin kalin da giyinim ustelik, yine de usudum uykuya dalmadan once. Icinde yasanmayan ev sogugu diye bir sey varsa, dun gece anami aglatti. Sabah erkenden hortladim tabii, actim isitmayi, 56 derece miydi neydi, neredeyse iki saattir ufluyor daha 69 dereceye geldi anca. Normalde kiin 68 derecede kapatiyorum ama ev biraz isinsin diye 72-73 olana kadar calistiracagim bir. Iki kat corap ve kalin sweatshirtlerle oturuyorum bu arada.

4. Evdeki degisiklikler, “ben yokken neler olmuss!” halleri bir yabancilik yaratiyor, tastamam senede bir Turkiye’ye gittigimde evde, sitede, sokakta, her yerde hissettigim sey. Sagolsunlar evimizle ilgilenenler, bir yamukluk yok hicbir yerde de ne bileyim bir suru degisiklik var, ozellikle de bitkilerimizde. Ben giderken ciceklerini dokmus yeni yapraklar vermekte olan orkidemizin yeni yapraklari kocaman olmus, bir de yeni cicek dali cikmaya baslamis ufaktan. Cennet kusu ciceklerimiz acmislar, aciyorlar bahcede. Giderken kokleri disinda butun dallarini kestigim naneler koklerden cilginca fiskirmis yayilmaci politikalarina sekte vuramayacagimi ispatlamaya calisir gibiler. Bayagi sararmis biraktigim otlar ben yokken uygulanan gubreleme ve degisen mevsim sartlari ile yesillenmisler bayagi. Soguga cikmak istemedigim icin cikip dolasmadim bahceyi, guller, salvia’lar falan ne alemde bilmiyorum.

Fazla alismayayim gerci, 3 gun sonra yine yollara dusuyorum, Turkiye’ye gidiyorum. 1 aydan fazla kalacagim ustelik, yine evimi ozleyecegim. Ama Ocak ayinda geri dondugumde maaile evimizde olacagiz (Aralik sonu kocambey kedikizi da kapip geri gelecek, oradaki daireyi kapatacak) ve umarim uzun bir sure hep beraber evimizde isimizde gucumuzde olacagiz. “Normal”ime donmeyi simdiden ozledim. Daginiklik sevmem hic ama derleyip toplayip biraktigim evde o “icinde yasanan ev daginikligi” olsun istiyorum. Dolap tamtakir, 3 gun icin bir sey alasim da yok, dolu bir buzdolabi istiyorum. Nazli’nin kovalayip oraya buraya attigi toplar sise kapaklari ortalikta olsun istiyorum. Hala elden gecirmem gereken bir yigin posta olmasin istiyorum. Ocaga kadar erteledigimiz kapiya gelen organik sebze kutusunu her cuma sabahi merakla beklemek istiyorum. Oysa simdi yapacagim bu 2-3 gunde grip asisi olmak, fatura odemek, gerekli imzalari atmak, alisveris gibi isleri halledip kendimi yolculuga hazirlamak.

Boyle yazmistim.  “Ee dogu kiyisi gunleri nasil gecti, gezdin mi tozdun mu, oralar nasilmis?” diye soracak olursaniz, “Evimize donecegim gunu iple cekerek gecti, gezdim, tozdum (sonra fotografli motografli anlatmaya niyetliyim hala), oralar bir baska dunya, ozellikle sehirler, sehir hayati cazip ama bende/bizde guzel Kaliforniya’nin vazgecilmezligini pekistirdiler ancak” derim.  Muhtemelen bir dahaki yazim ya Istanbul’dan ya da geri dondukten sonra yine evimden olacak.  “Ev” ne garip bir kavram bunu dusunup duruyorum…

Asermek hamilelere ozgu bir aktivite degildir

Evet asermeyi hamilelerin tekelinden cikarma konusunda onculuk etmek istiyorum.  Hic hamile olmadigim icin “hamile asermesi” nasil bir histir bilmiyorum, ama orada burada duyup okudugumuz, filmlerde izledigimiz gibiyse benim asermelerimin hamile asermelerinden asagi kalir hali yok.  Hatta icimde buyuyen bir bebe gibi bir bahanesi bile olmadigi icin daha bile kotu.  Hamile olsam aseriyorum dedigimde insanlar empatiyle sempatiyle falan yaklasirlar kesin, simdi aseriyorum dedigimde “Ay ne asermesi, oburlugun tutmus, ne pisbogazmissin be” deniyor.

Nefsine hakim olmayi bilen bir insanim, cocukken bile canim oyle her seyleri cekmez, her cocugun basina gelebilecegi gibi cukulata, patates cipsi, aaahh tupte sokellaaaa! ve saire abur cubur cekse de “hayir”dan anlardim.  Hatta itiraf edeyim ki cevabin hayir olacagini tahmin ettigimden istemezdim bile.  Asermelerim ne zaman basladi emin degilim, ama universiteden mezun olduktan sonra oldugu kesin.  Pisbogazlik degil aserme oldugunu da soyle ispat edebilirim: Nutella mutella degil aserdigim seyler, simdiye kadar en cok aserdiklerim patates ve avokado oldu.  Son zamanlarda ise et aseriyorum, bildigin et (ama kirmizi et, balik ya da tavuk kurtarmiyor).  Bu asermeler donem donem geliyor, bazen yokoluyor, bazen de yerini yeni bir yiyecege asermeye birakiyor.

Son zamanlardaki asermem kirmizi et oldugu icin onun uzerinden bahsedeyim.  Ben cok et yiyen bir insan degilim.  En son eve kirmizi et almam baharda annemler buradaykendi.  Sebeplerini muhtemelen baska bir yazida anlatmam icabedecek ama hayatimin 2.5 yil kadarini da vejetaryen gecirdim (balik da dahil hicbir tur et yemedim).  Disarida yedigimde “evde et yemiyorum zaten” diyerek et yemekleri yiyorum, ozellikle de et yemeyen kocambey yanimda yoksa.  O yuzden hic et yemiyor degilim eve almasam da.  Bu bahsettigim vejetaryenlik doneminde hic ama hic et asermedim.  Gercekten, vejetaryenlige bok surdurmemek icin yalan soyluyor degilim (vejetaryen degilim su anda zira).  O siralarda once avokado sonra patates asermelerimi yasamistim, et degil.  Bu sekilde bir seye aseriyorsa vucudun o “sey”in icindeki bir maddeye ihtiyaci vardir diye dusunuyorum ve o asermeyi beslemeye calisiyorum.  Boyle bol bol patates tuketmisligim, hic beklemedigim bir yerde (dunyanin bir ucunda) avokado bulup belki de gordugum en ufak boylu avokadoya 5 dolar mi ne para saymisligim oldu.  Simdi de “eh, vucut etteki bir seyi istiyor herhal?” diye et yiyorum.

Lakin, et aserirken herhangi bir cesit et asermiyorum, bu da ilginc.  Atiyorum kusbasi et alip kavursam, kiymali borek yapsam, annemden kalma mantilari pisirsem doyuramam o asermeyi.  Cunku aserdigim aslinda kirmizi et de degil, mangalda pismis, bir sekilde ateste “grill” edilmis et.  Bunu hic anlamiyorum iste.  Normal kirmizi ette olmayip mangallanmis kirmizi ette olan nedir ki ozellikle ona aseriyorum? Kanser yapan zamazingolara mi aseriyorum yani?  Sulalemin orijini itibariyle mangal/kebap olayinda birinciyiz ve kebaba her turlu doygun buyudum.  Turkiye’den uzak oldugum yillar boyunca ozledigim seyler siralamasinda iskender kafadan ilk 3’e oynardi lakin boyle asermeler neler olmazdi.  Belki son 5 yildir falan gelip giden bir sey.  Hala ogrenciyken bir iran marketinde “koubide” diye Adana kebap satarlardi, bir iki kere aserip kendimi orada bulmuslugum ve Adana’li durume gozu donmus bir sekilde yumulmuslugum var.  Su siralar ise bu mangalda pismis kirmizi et asermem geldiginde el mecbur kendimi Carl’s Jr.’a atiyorum.

Gecen hafta ufaktan basladi asermem, yildonumumuzdu falan, kocambeyle yemege gittigimiz yerde ismarladigim yemegin bir kismi bir “steak” parcasiydi.  Restoranin olayi zaten mangal, balik et met “broil” ediyorlar (restoran secimi de cok tesaduf degil galiba dusununce?).  Bunu yumuldum yedim, tam baslamadan keseyim bu asermenin onunu dedim.  Ama 1 hafta kadar sonra daha siddetli bir sekilde geri geldi (back with a vengeance!).  Persembe aksamiydi, eve geldim.  Canim yine et istiyor.  Aman dedim, pisbogaz, otur evdeki yemeklerini ye.  Ogrencim hediye kek getirmis, once cay ile ondan kocaman bir dilim yedim.  Sonra domatesli/sebzeli soslu bir tabak makarna yedim.  Sonra bir seyler izlerken bir koca kase (yagsiz tuzsuz) patlamis misir goturdum.  O noktada “ac” olmam diye bir sey sozkonusu degildi, hatta o kadar doluydum ki “o misirlarin hepsini ne diye yedim ki?” diyordum.  Ama gel gor ki otururken, dizi izlerken delicesine bir “flame broiled” burger veya mangalda pismis herhangi bir cesit et, kebap istiyordum.  Canim oyle istiyordu ki mangal et, “Eger bu aserme degilse, eger hamilelerin asermesi bundan daha siddetliyse simdiye kadar asermis ve bundan sonra aserecek her hamile kadin icin gozumden bir damla yas duser” diyordum kendime. Dizilerin arasinda Olive garden turu restoranlarin reklami cikiyordu, ve ben o makarnalari falan gordukce “iyy” dedirtecek kadar dolu bir mideye sahiptim.  Ama diger yandan da saatler 10u, 11i gosterse de et olsa da yumulsam diye eriniyor, kocambeye “ya arabaya atlayip Carl’s Jr.’un kapisina dayanmamak icin kendimi zor tutuyorum” diye mesaj atiyordum skypetan.  Ha, arabaya atlayip yola dusmeyi ciddi ciddi dusundum de, zor tuttum kendimi.  “Kizim” dedim “bu kadar da esiri olamazsin isteklerinin.”  Icimdeki aseren kadin ve icimdeki control freak sacsaca basbasa kavga ettiler ve kazanan control freak oldu, gecenin bir vakti yollara dusmememin sebebi budur.  Hatta, gidersem orada bir burger bulacagim hayaline halel gelmesin diye Carl’s Jr. web sayfasina gidip dukkan kapanis saatlerine bile bakmadim, “gecenin 11inde acikmislarmis, 24 saatliklermismis” dedim kendi kendime.

Ertesi gun sabahtan disciye gittim, ogleden sonra da doktora.  Eve donuste ugradim Carl’s Jr.’a, aldim deve gibi iki “patty”li bir burger, geldim eve, yumuldum.  Nasil saralop diye yuttugumu kimseler gormedi neyse ki, bir canavar goruntusune oldukca yakinsamis oldugumu tahmin ediyorum.  Simdi asermem durgunlasmis durumda, bu ayi da bir ufak biftek ve bir dev hamburgerle kapattik saniyorum.  Bir dahaki aya kim bilir ne aserecegim, asermemle kim bilir nasil basedecegim.

Simdi hamilelere geri donelim.  Hamile degilken bu kadar aseren birisi olduguma gore hamile olsam neler olacagini tahmin edebiliyor musunuz? Muaahahhaah!  Pregnantzillaaaa!  Sanirim halimi tahmin eden bana degil kocambeye acimaya baslar hemen.  Hah, iste ben de o konuda bikbik etmek istiyorum!  Su fani dunyada iki naz yapamadim ona yanarim ya!  Bazen cidden istiyorum, kocambey yanimdayken iste su sebepten veya bu sebepten naz yapayim, boyle uzerime titresin, onu getirsin bunu gotursun falan.  Ama bu naz isindan once ben sikiliyorum, olmuyor.  Bahane uretmiyorum da, hastalandigimda, karnim agridiginda falan yapayim diyorum ama hastaligin, agrinin ve sairenin verdigi rahatsizlik beni yeterince mesgul ettigi icin bir de o rahatsizligi baskalarina (bu durumda kocambeye) yansitmaya ugrasmak fazla buyuk bir is gibi geliyor.  O da fazla mizmizlanma gerektirmeden ilgileniyor sagolsun ama sanirim agrisini sancisini kendi basina yasayan bir insanim.  Bunun hep uzun yillar yalniz yasamis oldugum icin, etrafimda sizlanacak kimse olmadigi icin boyle oldugunu varsaymistim ama degil sanirim.  Civarinda, yan odanda “gel” desen gelecek birisi oldugunu bilmek guzel de, fazla naz hasta usandiriyor bende.

Durum boyleyken, hamile olsam ve asersem ne olur acaba?  Gecenin 3unde kocambey’i uykusundan uyandirip markete x almaya yollar miyim?  Hahah, ya da gecenin 11inde mangali yaktirip kofte pisirtir miyim? Buyuk konusmak istemedigimden bekleyip gorecegiz diyorum ama “cok aserirsem gider alir yerim simdi yaptigim gibi hiiiihhh, hamile olup da markete gidenlerin liralari mi dokuluyor sanki?” dememek icin de kendimi zor tutuyorum.

Dun doktora gittim dedim ya, kollarima birer asi yaptilar. Biri TD (who0ping cough/bogmaca salginina karsi) biri de karisik grip asisi.  Gece uyurken ateslendim sanirim, arada uyandigimda bayagi kan ter icinde kalmis oldugumu farkettim ama uyur uyanik bir sey yapamadim, ates olcemedim.  Sabahtan beri bir yamuklugum yok ama ust kollarim agriyor bayagi, sertlesmis asi yapilan yerlerin cevreleri.  Bu kol agrilarinin sebebi asi olunca aklim cocukken oldugumuz asilara, okulda olunan asilara gitti.  Ertesi gun tatil olurdu diye hatirliyorum.  Igneden, asidan biraz korksaydin be kizim, biraz aglasaydin etseydin.  Bok varmis gibi bir de hevesle asi olurdum.  Ahahaha, bu son cumleyi yazarken farkettim ki bok varmis gibi hevesle asi oldum dun yine (TD asimi olali 4-5 sene anca olmustur ve o asilar 10 sene gecerli, olmasam da olurdu yagneeee).  Eskiden abimin inadina asili yerime vurmasi derdi vardi, neyse ki simdi o da yok.  Arada kollarim sizlayinca cocuklasip kendi kendime naz yapiyorum, kendime “canim caniiimm” diyorum (icimden), daha fecisi bu “oy amanin asi mi olmus, hasta gibi miymis, oy yarali minik kussss” acindirmalarin(m)i one surerek yapmam gereken isleri kaytariyorum.  Hadi elektrikli supurgeyi bu kollarla it cek iyi bir fikir degil diyelim, oturdugun yerde grading yapmaya ne gibi bir engel var?  Di mi?

Blogun adi “cilgin sapkaci” ya, ayni zamanda friendfeed’de de bu rumuzu kullaniyorum hani.  Tanimayanlar muhtemelen itici buluyorlardir rumuzu/blogun ismini. “Cilgin Sedat” “aooowww sen kocaman bir cilginsin!” falan gibi seyler cagristiriyor. Bir kisinin kendisine “cilgin” sifati yakistirmasi hakikaten egreti duruyor.  Su okumakta oldugunuz ve yavas yavas sonlanmaya dogru yolalan yaziyi yazmis kisi olmama ragmen kendime “bi’ garip” diyebilirim ama “cilgin” demem.  Hic de cilgin degilim.  CilginSapkaci’nin Alice Harikalar Diyari’na, Mad Hatter’a gonderme oldugunu anlayamayacak kisiler de varsin hakkimda yanlis kanilara kapilsin, napalim.  Gecen ayki asermemde yemisim onlarin yanlis kanilarini ahahah.  Simdi asili kollarimi bahane edip biraz daha isten kaytarmak uzere huzurlarinizdan ayriliyorum! Bekle beni veetle?

PS. Bahceye bir avokado bir de lime agaci fidesi ektik.  Bilin bakalim hedefimizde ne var?

PS. Haaaa nasil unuttummmmm…. Kendime buyuk kotuluk yapacagim ama bu yaz Turkiye’deki kebapci deneyimimi anlatmaya firsat bulamadim ama bari fotograflarini koyayim.  Aserenler bakmasin. Bohu bohu.  Burayi okuyan birisi kadin pazari’nda buryan yememi tavsiye etmisti, burasi iste kadin pazari.  Buryan yerine kan cektigi icin Sur Ocakbasi’na gittik.  Eminim sokaktaki diger mekanlar da bu kadar iyidir.  Blog yorumcusuna gec de olsa tesekkur edeyim bu vesileyle!

(Ilk defa galeri olarak koyuyorum fotolari, umarim olmustur).

Dalyan hayal kirikligi demekmis

Ayh, ne gundu!  Sabah kalktigimda referandum sonucu belli olmustu bile, o kadar erken belli olacagini bileydim daha erken kalkardim, heyecan olurdu.  Heyecani basketbol macinda yasadik (ilk yari) gerci, gunumuz heyecansiz gecmedi.  Maci izlerken yine Eurovision izlerkenki gibi bir kimliksel sorgulamaya giristim alttan alttan.  Macta hangi takimi tutuyorum?  Maci hangi kanaldan izlemeyi tercih ediyorum? Bu tercihler benim hakkimda ne diyor?  Konzervatif olmayan bir Turk olmak mi daha kolay yoksa Ortadogu kokenli bir Amerikali mi?  Olay buna gelecek bir gun ama henuz yasal olarak Amerikali olamadigim icin bu konu gereksiz bir islem yuruttu ve kapanacak.  Ve saire.  Zaten baska bir konuda yazmak istiyorum.

En son yazdigimda Turkiye’ye tatile gidip geldik ama oyle yoruldum ki tatil ihtiyacindayim demistim ya.  Gercekten de kendime gelmem 1 haftayi gecti, jetlag’in de etkisiyle.  Yola cikmadan once uzerinde calistigim islere kasarken yapacagimiz 5 gunluk “denizli tatil”in hayali ile kendimi motive ediyordum, o 5 gunden cok medet ummustum.  Yanlis zaman, yanlis mekanmis, gecmis olsun.  Simdi size bu hayalkirikligi yasatan 5 gunluk tatilimizi ozetleyeyim de kulaginiza kupe olsun.

Biz te gecen sene evlenmistik burada, ama isler, gucler ve daha neler neler yuzunden balayi yapma firsatimiz olmamisti.  Oyle sekilci biri degilim, ille de su su kriterlere uyan bir balayi yasamaliyim derdim yoktu, daha dogrusu “balayi” derdim yoktu. Ama kisin isitmam bozuldugunda ozellikle dogu kiyisinda usuyerek, cok usuyerek gecirdigim aylarda hep “Ah yaz gelse, soyle denizli bir tatil yapsak.  Deniz, kumsal, gunes, turizm bakanligi tarafindan hazirlanan reklam spotlarini kiskandirsak.” diyerek kurdugum tatil hayallerini balayi kisvesine burundurerek mesrulastirdim.  Ucak biletlerimizi aldigimizda da, e hadi gari diyerek bir tatil ayarlama isine giristim.

Benim Turkiye sahilleri dagarcigim cok genis degildir (Anne tarafi denizli bir yerden oldugu icin tatile oraya giderdik hem annane vs. gorur hem de deniz meniz girerdik, cogunlukla o yuzden).  Netice itibariyle  gidebilmis oldugum, gordugum Ege-Akdeniz repertuarim dar: Alacati, Bodrum (Gumbet), Marmaris, Side, Dikili, bu kadar.  Bu gidilen yerlerde kalinacak yerleri falan da hep baskalari ayarladi, Turkiye sahil kasabalarinda otel/pansiyon ayarlamanin raconunu da bilmiyorum.  Onceden yer ayirtilmali mi? O gun gidip de “biz geldiiiik!” dersen sokakta mi kalirsin? Iyi fiyat icin ne yapmali? Kalacak yeri nereden bulursun? Bir “Turkiye kucuk oteller rehberi” var, online da mevcut ama adi ustunde “kucuk oteller” sadece.

Mantikli ve kontrol manyagi bir insan oldugum icin “tabiykioncedenyerayirtcamnesandindi” durumu hasil oldu.  Bu durumda okyanus otesinden (gondermemi de yaparim!) bir cesit ayarlamalar yapmak icabediyordu ve internet’i icat eden Al Gore’a bir kez daha duaci oluyordum.  Once onca sahil kasabasindan bir sahil kasabasi secmek gerekiyordu, sonra da o kasabadaki otel ve pansiyonlar icinden birini secmek.  Soyle genel bir baktigimda sahil kasabalari arasinda cok da buyuk fark yoktu sunduklari seyler acisindan, ama bazilarinin kendine ozgu bir seyleri vardi: Alacati’da ruzgar sorfu, Bodrum’un barlari, Oludeniz’in yamac parasutu gibi.  Biz de “bu tatilden beklentimiz ne?” diye sorduk.

Tatil kasabasindan beklentilerimiz asagi yukari soyleydi:  Huzur icinde yatan bir malak olmaya musait olsun.  Cok guney olmasin, iyice sicak oluyor diyerek Akdeniz’i (yani Antalya’yi) eleyip Ege’ye yoneldik.  Sessiz sakin olsun, dimtis dimtis bizden uzak olsun, piyasa yapan tikiler olmasin diyerek Bodrum ve Marmaris’i eledik.  Milletimize bir garezimiz oldugundan degil ama milletimiz bazen asiri yorucu oldugundan ve bu da huzur arayisimiza tuy dikebileceginden Turklerin daha az tercih ettigi bir yer bakindik.  Dalyan bize goz kirpmaya basladi o sirada.

Okudukca ogrendik ki Dalyan’in kendi sahili yokmus, denize girebilmek icin tekne veya baska bir aracla plajlara gitmek gerekiyormus.  Meshur Iztuzu plaji varmis, caretta caretta’larin yumurtalarini biraktiklari sahil oluyor.  Nasil ovulmus, nasil ovulmus. Incecik kumu, alabildigine kumsali, guzel denizi, okudukca icim bir hos olduydu vallahi.  Dalyan’in deniz-kumsal-gunes uclusunun yaninda tarihi bir tarafi da vardi, Kaunos antik sehri, Kral mezarlari vardi, guzel bir dogasi vardi.  Asiri turistik bir yer degildi Bodrum gibi.  Giden hayran kalmisti.  Malak modunda bize oyle ruzgar sorfu, yamac parasutu gibi aktiviteler cisss olacagindan eksikliklerini hissetmeyecektik. Dalyan iyiydi.  Iztuzu plajinin sapsari kumlari bizi beklesindi.

Madem Dalyan’a karar verdik, kalacak yeri ayarlayalim madem dedik.  Internetten baktik, secenekler bayagi cesitliydi.  Kesinlikle istemedigim bir sey varsa o da kalabalikti.  Oyle vicik vicik havuzbasi kalabaligi, yemek sirasi, acik bufeyi talan eden gorgusuzler ve saireler uzak olsundu, all inclusiveler, clublar neyler olmasa da olurdu.  Marmaris ve Alacati’daki biri kucuk otel biri pansiyondan olusan deneyimlerim hic fena degildi, o yuzden yine o yola girelim dedik.  Kucuk olsun bizim olsun dedik.  Club alla Turca boylece elendi.  Tutacagimiz hicbir yerin deniz kiyisi olmayacakti, nehir kiyisi olan yerler var ama o da cok sart degil (nehirde yuzulmuyor).  Ama kalacagimiz yerde bir havuz olsa iyi olur dedik.  Gunduz dolasip gelip bir havuza girer cikar serinleriz mesela dedik.  Pansiyonlar cogunlukla sehir merkezindeydiler, ve gorebildigimiz kadariyla bir havuz etrafinda binalar seklindeydiler.  Ben ise biraz yesilligi olsun, biraz bahcesi olsun istiyordum (aklim daha onceden kaldigimiz kucuk otelin huzur dolu bahcesinde kalmis).  Pansiyonlarin cogunu da boylece eledik.  Sonunda aile isletmesi olan bir otelde karar kildik. Otel cok buyuk bir isletme degil ama pansiyonun genc irisi versiyonu da degildi dogrusu.  Gidince gorduk ki havuzu, bahcesi, binalari fotograflardan gordugumuz gibiydi, guzel bir tesisti.  Cogu isletme icin online rezervasyon mumkundu, bu otel icin degildi, emaillestik fiyat konusunda, sonunda telefonda kredi karti bilgimizi verdik ve rezervasyonu yaptirdik. Oh be!

Sonra iste Turkiye’ye gittik, Istanbul’dan Izmir tarafina gectik, dugunumuzu yaptik, saclarimizdaki spreyleri denizde citilemek suretiyle akittik, ve Dalyan’a dogru yola koyulduk bir pazartesi gunu.  Yalniz butun bunlar olurken, Turkiye’ye ayak bastigimiz andan itibaren yakamizi birakmayan bir dert vardi: SICAKKKKK!  Bunaltici bir sicak sarmisti guzel ve yalniz ulkemi.  Istanbul’dan Ege’ye gecince nem biraz azalir diye umuyorduk, azaldi da gerci ama havadaki bunalticilik ayni kaldi.  Kisin usudugum gunleri dusundum, “kizim sacmalama sen sicaga dayanikli bir insansin” diye telkinde bulundum, “sicagi soguga tercih edersin yeme beni simdi” dedim kendime ama o havaya isyan ettigim, ulu manitu bir esinti yolla yareppimmmm diye yakardigim anlar cok oldu.  Onca bilet parasi bayilmissin, 1 gunu yolda yemissin de varmissin, cikip bir Istiklal, bir bogaz yapmak istiyorsun, ama evde oturmak daha cekici geliyor, olacak is mi?  O klimali ortamlari birakip kendini sokaklara vurmak deli isi gibi geliyor.

E hadi, “ev”li ortamlarda otur evde, annelerle babalarla ailelerle hanimis de hanimis yap, hasret gider.  E ya balayimizzzz? Disimle tirnagimla 5 gunluk tatil ayarlamisim, nasil olacak o is simdi?  Yine de tatilimden umitliyim, yine de havuzbasi sefalarinin, Iztuzunda serilip yatmalarin hayaliyle “taze gelin”cilik oynama gucunu buluyorum dugun icin gelmis sifir kilometre akrabalarima, o hayalle geciyor dugun hazirlikli gunler, o hayale tutunuyorum kafamin icinde ustune firkete ustune firkete takilir ve spreyler sikilirken.  Bitse de gitsek yilginligimin hedefi o tatil.  Bu bunaltici sicaklari dert etmiyorum, hayalim serin serin, pufur pufur.  Niyeyse?  Sozde ampirik, realist bir bilimkadiniyim (ay-dinn bir turkkk kadiniyimmmm makaminda okunacak).

Aci gercekler Dalyan’a varip otelimize yerlestigimiz gibi suratimiza bir samar seklinde indi zaten.  Izmir’de biraz kosturmamiz gerekmisti, sonra GERIZEKAAAALI Kamil Koc saticisinin Mugla Dalyan dememize ragmen bize Izmir Dalyan bileti vermis oldugunu otobuste ama cok da gec olmadan farkedip kendimize alternatif ulasim yollari ayarlamak zorunda kalmistik.  Oyle ya da boyle gelmis, odamiza yerlesmistik, artik tatil baslasindi!  Samari yedik, oturduk asagi.  Gun icindeki kosturmacalarimiz sirasinda, bol bol sivi tuketmeye dikkat etmis olsak da, kocambeyi carpmis sicaklar ve gunes.  Gece feci ateslendi, cayir cayir yandi ve gec oldugu icin islak havlu ile ates dusurmeye calismak disinda elimizden bir sey gelmedi.  Resmen havale geciriyordu, ben de sersem sersem bilincinin yerinde olup olmadigini anlamak icin “uc kere sekiz?” gibi bir sey sormali mi hesabi yapiyordum kafamda. Ben onun gibi carpilmasam da yorgunluktan siziyordum durdugum yerde, hani oturayim su havluyu degistireyim, ilgileneyim falan diyordum ama i ih.  Ancak “bir soguk dus alsaydinnn… soguk dusa girseydinnn” diye sayiklar gibi ayni seyi soyluyordum.  Sabaha karsi biraz kendime geldim, dusa girmeye ikna edebilecek kadar.  Soguk dus iyi geldi, yavas yavas dustu atesi.  Rahatladik.  Ama o gecenin soku ile butun tatil boyunca bir tedirginlik icinde gecirdik gunleri.  Devamli “aman su icelim, aman su icelim” “aman guneste kalmayalim, sapkalarimizi cikarmayalim, gunes kremini (spf 50 mi neydi) kat kat surunelim” diyorduk, vitamin iciyorduk.  E, disari cikip gezecegiz, sahile gidecegiz ama “disari”si sicak ve biz sicaktan ocu gibi korkar olduk, nasil olacak bu is???

Dalyan'in ucan deniz kaplumbagalariIlk gun bir onceki gunun yorgunlugu ve bir onceki gecenin soku ile “bugun agirdan alalim, hic kasmayalim, otel civarinda takilalim, yayilalim, dinlenelim” dedik.  Otel ve sehir merkezi arasinda 10-15 dakikalik bir yuruyus mesafesi var.  Kahvaltidan sonra gittik eczaneden bir seyler aldik ates dusurucu, vitamin gibi.  Geri geldik, gunesten kacinarak havuza girdik biraz.  Sonra yine sehre inip oglen yemegi yedik. Sonra geri geldik actik klimayi serin odada uyuduk (bir onceki gecenin uyku borcunu odedik).  Sonra aksam ortalik biraz serinleyince sehre indik.  “Biraz kolocan edelim, bakalim ne var ne yok, aksam yemegi de yiyelim” diyerek.

Kral Cay Bahcesinden kral mezarlariSicaklar zaten buyuk hayal kirikligi yaratmisti, Dalyan’la ilgili hayal kirikliklarimiz ise o aksam basladi.  Nehir kiyisinda yuruduk biraz.  Restoranlar, restoranlar, tur tekneleri, cami ve dibindeki cay bahcesi, yine restoranlar restoranlar.  Ha bir de arada bir yerde “Kral cay bahcesi.”  Tam karsi taraftaki kral mezarlarina bakan bir yerde buyukce bir alana yayilmis bir cay bahcesi.  Biz gittigimizde bombos oldugu icin nehir kiyisinda asma cardak altinda bir masaya konuslandik.  Self servis miydi, bizim oturdugumuz yer bufeden uzakca oldugu icin mi gormediler bilmiyorum ama iceceklerimizi kendimiz alip getirdik.  Cay kotuydu, bira yeterince sogukmus.  Insan istiyor ki soyle pasta, kurabiye, dondurma falan olsun ama yoktu.  Manzara guzel, ortam huzurluydu, o bize yetti.  Mezarlara baktik, gunluk turlarindan donmekte olan onumuzden pata pata gecen insan dolu tekneleri izledik.

Karnimiz acikmaya basladiginda bir restorana yonelme vakti gelmisti.  Internetten bakmistik, aklimizda birkac restoran ismi vardi.  Madem balayindayiz, balayimiza da boyle sonuk (ne sonugu ayol, bildigin korkunc) bir baslangic yapmisiz, bu gunu daha hos bir sekilde sonlandiralim, dibine vuralim dedik.  Nehir kenarindaki restoranlardan birine gidip balik yiyelim dedik.  Restoranlar dizi dizi, karar veremedik.  Sokakta asagi yukari yuruduk biraz.  Restoranlardan birinin onunde (kahretsin ki ismini unuttum simdi, sonra arar bulurum) minik karatahtaya yazili bir not vardi.  “Biz oyle kapida durup gel gel yapmiyoruz, cistak cistak muzik yayinlamiyoruz, yerse” gibilerinden.  “Oo” dedik, “a restaurant with an attitude, me likes.”  Hadi oraya girelim madem dedik, cunku yivis yivis “abi gel abla buyur” diyen garsonlardan rahatsiz oluyoruz zaten.

Gec oldu, uykum geldi, arkasi yarin.

Arkasi simdi.  Restoran kapisindaydik. Kapidan bahce gorunuyordu, nehir kiyisindan baslayarak masalarla dolu, golgeli, henuz kimseciklerin olmadigi bir restorandi.  E, iyiymis deyip iceri girdik, bir garson bize masalara dogru eslik etti.  Suyun hemen dibinde 4-5 masa vardi, onlara yoneldik.  Garson “Onlar rezerve” dedi.  “Hay Allah, Dalyan’da restoranlara rezervasyonlu mu gitmek lazimmis?”  Cehaletimizin kurbani oldugumuzu dusunup “e su kenari olmayiversin” dedik, o su kenarindaki masalara paralel siralanmis masalara bakmaya basladik.  Garson da bir masayi gosterdi, oturabilirmisiz.  Tam sandalyeleri cekmis oturacaktik ki baska bir garson gelip “Aa, ama orasi rezerve, sizi soyle alalim” diye iyice ic taraftaki masalari gosterdi.  Hani biliyoruz, su kenari olunca basimiz goge falan ermeyecek ama ozenmisiz, guzel bir aksam gecirmek istiyoruz, nehir kenari daha iyi eser diye de umuyoruz.  Rezervasyonlari bilemiyorduk tabii ama ortalik bombostu, cok erkendi normal yemek saatinden.  “Nehire yakin oturmak istiyorduk” dedik.  Adam  bize oturmak uzere oldugumuz masanin hemen arkasina sikistiriverilmis fiskos masasindan biraz buyukce ve oldukca dandik iki kisilik bir masayi gosterdi.  Masanin dandikligini nasil anlatsam bilemiyorum ama diger ortulu mortulu masalarin yaninda siginti gibiydi.  Bu durum hic hosuma gitmedi, bombos bir restoranda cocuk masasindan bile kotu bir masada bir kosede sikisip yemek yemeye razi olabilecegim bir halet-i ruhiyede degildim.  Biz tatilimizi, evliligimizi kutlayalim falan diye kendimizce geceye ozel bir anlam yuklemisken hele cok itici geldi.  Bu rezervasyon olayinin da hikaye oldugunu dusunmeye baslamistim garsonlar arasindaki celiskili yaklasim yuzunden, onlara da sinir oldum.  Kocambeyin de itiraz etmeyecegini dusundugumden “Kalsin!” deyip cikisa yoneldim(k).

Ugradigimiz bu garip muameleyi anlamlandirmaya calistik ama tam anlayamadik da.  Bize ciddi ciddi yalan mi soylediler 4 kisilik guzel masalarini kapatmayalim diye?  Turk oldugumuz icin mi oldu bunlar?  Harbi rezerve miydi tum o masalar (uzerlerinde bir not yoktu buna dair).  Sinir olmustuk, hemen bir yandaki restorana girdik, “aman sanki koca Dalyan’da baska restoran yok!” diyerek.  Orasi da ayni stildi, nehirden baslayarak masalar dizilmis bir bahce, orasi da henuz bombostu.  Giriste garson bize yol gosterdi, “nehir kenarinda oturabilir miyiz?” dedik, masalardan birini gosterdi, oturduk.  Keyfimiz yavas yavas yerine gelmeye basladi.  Oturdugum yerden dumduz karsima bakinca biraz once oturtulmadigimiz diger restorandaki o masalari goruyordum, gece boyu takip ettim, cogunlukla bos kaldilar. Biz yemegimizi yiyip kalkarken bile biri hala bostu.  Restaurant with an attitude, but the attitude is a bit too much to be charming.

Oturdugumuz restorandaki deneyimimiz genelde olumlu olmasina ragmen, Dalyan esnafinin gercek yuzu ile tanistigimiz anlar pek hosumuza gitmedi.  Menude fiyatlar var mesela (balik haric), ve biz oraya bu fiyatlarin asiri oldugunu bilerek, sirf restoran nehir kenarinda diye fiyatlarin arttigini bilerek gittik.  Ama menudeki fiyatlarin pek bir anlami yokmus.  Bir onceki restoranda “Ay bunlar Turkmus” diye itilip kakildik, burada ise -sanirim- Turkuz diye yaklasik soyle bir muamele gorduk: “Abi mezelerin fiyati soyle, ama bosver sen onu, ben sana X liraya meze tabagi yapayim, uzerine de sigara boregi” “Abi levregin kilosu X lira, 1kilo100 gramlik bir levregim var o size Y liraya olsun (Y<X)”.  Adam tabii ki bize bir lutufta bulunmuyor, fiyattan o kadar inince bile kim bilir ne kadar kari kaliyordur, dedim ya fiyatlarin asiri oldugunu biliyorduk.  Bunu herkese mi yapiyorlar, Turklere mi yapiyorlar anlamadim ama bu tarz hic hosuma gitmedi, normalde verecegimizden daha az hesap vermis olsak da.  Cok Amerikanlastim belki diyecegim ama yok, ben Amerika yuzu gormemisken de boyleydim.  Pazarliktan hic hoslanmam, “fis almasam kaca olur?” lafi agzimdan cikmamistir (vergi dairesine olan asiri sevgimden degil bu).  Marketleri cok severim, etikette ne yaziyorsa onu verip cikiyorsun ama kaziklanmis olmuyorsun (yani icinde ukde gibi “pazarlik yapaydim daha ucuza alirdim, keriz miyim neyim, n’apayim ki ben boyleyim” seklinde kotu bir his olmuyor).  Bu restoranda da adam gibi menude ne yaziyorsa onu alsalardi dedim, ama fiyatlar maksimumda tutulmus, musteriye gore indiriliyor.

Evet, Dalyan esnafinda boyle bir sey var.  Fiyatlar hep “tutturabildigine.”  Verilen fiyatlar hep “ya tutarsa” fiyati ve yabancilarin alisveris kulturu farkli oldugu icin tutuyor da.  Sark kurnazi olan, ya da dersini almis olanlar yapiyor pazarligini, dusuyor fiyat.  Bu bana asiri itici geliyor.  Hani hediyelik esyaci yapsa bunu neyse de restoranda daha bir itici.  Restorandaki bu fiyat kargasasini yazdik bir kenara ama hava kararinca isiklandirilip cok majestik gorunen kayalara oyulmus Kral mezarlarina baka baka, arada cikan esintiyle ohhh diye diye yedik yemegimizi.

O gece yedigimiz yemek konusunda ayri bir degerlendirme yapmak yerine, Dalyan’daki 5 gunumuzde oglen-aksam hep “disarida” yedigimiz yemeklerle ilgili genel bir degerlendirme yapayim.  Pideci Metin ve muhtemelen (denemedigimiz) Donerci haric butun restoranlarin menuleri ayni.  Menuler direkt Ingilizlere yonelik.  Klasik olarak kebaplar var, makarnalar, pizzalar, sicak-soguk mezeler, ve guvecler (casserole diyorlar).  Ustelik cok ama cok basarisizlar.  Yani su restoranlar Istanbul’da olsa kesinlikle musteri bulamazlar.  Kebaplarinda tad tuz yok, Iskenderleri direkt yalan, mezeler seklen haydariye humusa benziyor ama tad olarak Nevizade’de falan yenilenlerin tirnagi bile olamaz.  O tatil boyunca yedigim en lezzetli yemegin donuste Ortaca’da otobus garinin hemen disindaki bir esnaf lokantasinda yedigimiz yemek oldugunu soylesem?  Ve yedigimiz en ucuz yemegin de bu oldugunu eklesem? Hani bahar aylarindan birinde Istanbul’da restoran gezen Anthony Bourdain’i izleyip ic gecirmistim ya, Turkiye’ye gidince hepsinden yiycem diye ant icmistim.  Her zamanki Turkiye yolculuklarimizda yaptigimizin aksine bayagi cok disarida yedik bu Dalyan gunlerinde, ama iste o disarida yemeleri Istanbul’da yapacaktik (onu azicik yapabildim neyse ki, daha sonra anlatirim).

Neyse, Dalyan esnafina giydirmeye devam edeyim.  Restoranlar gibi dogrudan turist endustrisinin (turizm degil turistleri kafalama endustrisi) bir parcasi olan diger elemanlar turcular.  Dalyan deniz kenarinda olmadigi icin cogu yere teknelerle gidiliyor.  Eger bizim gibi az gunde cok sey yapmak/gormek isteyenlerdenseniz bu turlara basvuruyorsunuz.  Gunluk paket turlar var bir suru. Biz de kolayina kactik, turlar ayarladik.  Ilk gunumuz otelde gecmisti, ikinci gun gunluk Dalyan turu yaptik (Camur banyolari, oglen yemegi, Kaunos antik sehir turu, Iztuzu plaji), ucuncu gun kendimiz Sarigerme plajina gittik, dorduncu gun sabah erkenden deniz kaplumbagasi gozleme turuna, sonrasinda da Ekincik koylari turuna gittik, mini mavi tur gibiydi, besinci gun de sabah otelde takilip sonra geri donus yoluna ciktik.

Bu turcularda da restorancilardaki durum hakim, hatta vardigimiz gece bizi otele goturen taksicide de ayni sey vardi.  Herifler turist begenmiyor yahu!  Taksici daha bismillah yeni gelmisiz, “Bu sene turistler cok kaliteli degil” diye sikayet etti.  Tur rehberi olan eleman da etrafta Turkce bilen bir biziz diye digerlerinin yaninda bize “Bu Ingilizlere de fitil oluyorum, soyle giciklar boyle bilmemneler” diye saydirdi.  Adam elemanlarla enseye saplak gote parmaga ramak kalmis bir yavsak muhabbet icindeydi ama gelip bize sikayet ediyordu.  Biz kendimizi acayip rahatsiz hissettik, cunku Turk olsak da turistiz, digerleri gibi musterisiyiz adamin.  Diger musterilere saydirmasini dinlemek istemiyoruz, bizim hakkimizda da ona buna kim bilir neler dedigini dusunmek istemiyoruz.  Bunu gec, bu ne bicim iki yuzluluk yahu?  Gittigimiz restoranlarda istisnasiz cilgin bir yavsama vardi yabanci turistlere.  Memnun giden musterilerin daha sonra tekrar gelecegini, daha fazla da musteri getirecegini bildiklerinden musteriyi memnun etmeye calisiyorlar.  Ama guzel yemeklerle, zamaninda gelen siparislerle, duzgun fiyatlarla degil.  Ingiliz cogunlugu nasil tavlayacaklarini ogrenmisler.  Yavsiyorlar direkt!  Hani serviste bir “personal touch” seklinde degil.  Bildigin yavsama.  Masaya gelen aileyle flort ediyorlar bildigin.  Ingiliz aksani yapmislar kendilerine ama gramer falan hakgetire.  Oyle garip bir lisanla flortlesiyorlar anne-babalarla, genc kizlarla, cocuklarla.  Trip advisor’da Dalyan’la ilgili yorum yapanlarin yorumlarindaki hikmeti o zaman anladik.  Adamlar “ayy Kemal bizimle cok guzel ilgilendi” diye 5 yildizi basiyorlar, yemekten, fiyatindan cok gordukleri muameleye gore degerlendiriyorlar.  Arkalarindan kendilerini kalitesiz bulduklarini soyleyen, her turlu saydiran bu heriflerin yalanciktan tatli dil ve guler yuzlerine kaniyorlar.  Birileri su Ingilizleri uyandirsin diyerek, tripadvisor’a gidip Dalyan hakkindaki gercekleri ifsa edelim eheheh diye kafa bularak izledik bu yavsamalari.

Bu ortamda Turk olunca insanlarin bizimle ne yapacaklarini bilemediklerini anladik sonra.  Ilk restoran deneyimimizde hic ziklemeyip kenara atani da, Turk diye kiyak geceni de gormustuk, son gecemizde Ingiliz ailenin cocugunun elindeki Iphone uzerine on saat yalan yanlis iphone 4 muhabbeti yaparken bizi unutup gidenleri de gorduk.  E abi, derdin iphone’sa bizde de vardi? Turlarda ise durum iste tur arkadaslarimizi bize sikayet seklinde olabiliyordu, Kaunos’ta tabelada yazan bilgiyle cook celiskili bir “bilgi” verdiginde sorgulayan Ingilizlere gicik olup bize saydirirken bizim kendisinin tarih bilgisinden medet ummaktan coktaaan vazgectigimizi dusunemiyordu.

Ha diyeceksiniz ki, e sen nasil muamele bekliyordun?  Ingilizlere yavsadiklari gibi bana da yavsasinlar demiyorum, aman Allah korusun.  Musteri gibi davransinlar yeter, ama gercekten memnun etmeye calistiklari, bullshitle goz boyamaya calismadiklari bir musteri olarak gorsunler.

Esnafi gecip Dalyan’in kendisine gelelim.  Dalyan’da cok fazla kedi-kopek var, ozellikle kopek.  Ortalikta gordukce, restoranlarda dibimizde bittiklerinde icimiz parcalandi.  E sokak hayvani Turkiye’de her yerde var? diye sasirmayin.  Bunlar, Dalyan’daki kopekler, sokak kopegi olmamalari gereken kopekler.  Bildigin cins kopekler, bazilarinin tasmalari var.  Millet gelmis, yazlikta kopegimiz olsun diye almis, giderken de sokaga birakip gitmis.  Baska bir aciklama bulamadik sokakta gordugumuz o kopeklere.  Dalyanlilarin kopeklerini oyle sokaga saldigini, o kopeklerin sahiplerinin oldugunu dusunmek istedik ama olmadi, cunku hayvanlar feci ac ve bakimsiz gorunuyorlardi.  Dalyan belediyesi bu duruma bir sey demiyor mu hayret ediyorum.  Ev kopeklerini kayit altina falan alsinlar, sokakta basibos bulunursa ceza yazsinlar diyecegim ama elin Ingilizi alip basini gidiyor, ne cezasi.  Bu ev hayvanlarini boyle sokaga birakan vicdansizlara her turlu okkali kufru, her turlu bedduayi yolluyorum.  Belanizi gani gani bulun insallah, o hayvanciklar gibi ac kalip ondan bundan yemek dilenesiceler.  Ay sinirlendim yine aklima gelince su zavalliciklar.  Bu konuyu burada kapatayim.

Dalyan kesinlikle bir aile mekani, gelen cogunluk coluklu cocuklu ailelerdi, cogunluk Ingiliz.  Oyle tikicanlar, piyasa ortamlari falan yok, bu hosumuza gitti dogrusu.  Ama hemen Dalyan’la ilgili yalan beyanlara gelelim: 1. Camur banyolari denen seyler IGGRENC.  Orada sifa bulmayi bosverin, hastalik kapmadan cikarsaniz sukredin.  Ha biz turla gittik, baska bir yerde (Sultaniye kaplicalari) baska camur banyolari varmis, hatta halkin kendi kesfettigi turistlerden gizledigi camur banyolari varmis, onlar farkliysa bilmem.  Bizim gittigimiz (ismi aqua mia olan) rezaletti, cok kalabalik, pis kokuyor ve oyle “spa” deneyimi degil korkunc bir deneyim. Gitmeyin.  Biz bu halk banyolarindan haberdardik ama iste o sicakta arastir sorustur kendi imkanlarinla gitmeye kas ugrasamadik, kendimizi turlara teslim ettik.  2. Iztuzu plaji hic de abartildigi gibi guzel bir yer degil, etrafta cok daha guzel denize girme imkanlari varken bosuna kasmayin.  Tamam guzel kumu var falan ama biz gittigimizde denizi inanilmaz dalgaliydi ve git git git sig kaliyordu, birden derinlesip sonra yine sig.  En kotu tarafi da vicik vicik kalabaligi ve cok iptidai olan tesisleriydi.  Bir plajda luks beklentim yok, bu “beach club” denen olusumlara feci kilim baska zaman onlara da giydiririm, lakin Iztuzunda butun gun nasil gecer bilemedim, biz 1.5 saat kaldik yetti de artti bile.  Alternatiflerden birini hemen yazayim: Sarigerme plaji.

Dalyan’dan dolmusla Ortaca’ya, oradan dolmusla Sarigerme’ye.  Dolmus  plaja kadar gidiyor.  Ismini unuttugum bir cevre dernegi Sarigerme’ye sahip cikmis, cok guzel duzenlemis, tesisler yapmis.  Parani verip giriyorsun ama verdigin paraya degiyor. Cistak cistak muzik yok, ister gozlemecinin orada agaclar altinda masalarda otur, ister sahilde sezlonglarda.  Giriste para verilmesine ragmen sezlong/golgelik icin ayrica para verilmesine pek anlam veremedim ama oeh dedik gectik.  Insan var, daha cok Turklerden olusan bir guruhtu, ama Iztuzu’ndaki o vicik vicik hal kesinlikle yoktu.  Gayet rahat, huzurlu bir ortamdi (bir de kavurucu, bunaltici sicak olmayaydi, biraz daha eseydi tam super olacakti).  Denizi de guzeldi, temiz, durgun, derinligi normal.  Bir daha o tarafa gidersek bu Sarigerme tarafinda bir yerde kalip buraya gelmek lazim.  Ha bir de ilgilenene su sporlari yapma imkani vardi, tekne parasutu, banana falan.  Burayi iki adim otedeki tuvalet yerine soyunma kabinine iseyen dallamalara ragmen tavsiye ederim.

Ekincik'te magaraciklarda yuzmekDaha iyi olabilecegini dusunsem de sikayet edemeyecegim bir baska deneyim de gunluk mini mavi tur oldu.  Ekincik koylarinda demirliyor tekne, atliyorsun, yuzuyorsun ediyorsun, sonra hop baska koya.  Ilk gittigimiz koy cok guzeldi, boyle magara gibi olusumlar vardi, yuzerken golge yapiyor haliyle orasi cok guzeldi.  Ayni anda 3-4 tekne yanasmisti ama sakindi.  Sonra gittigimiz koy aslinda cok guzelken tur endustrisinin kurbani olmustu anlasilan.  Demir attik, denize atladik, su guzel ve saire ama bakiyorum suyun uzerinde bir seyler var.  Once anlamadim nedir ama sonra jeton dustu.  Burasi teknelerin oglen yemegi icin yanastigi bir yer.  Ogle yemegi de teknenin uzerinde mangal.  Ucusan kuller suyun uzerine dokuluyor.  Hatta sonra coplerin suyla bulustugu da oluyor.  Suya doyamasam da “Lan bu bildigin pis!” diye ciktim, hemen herkes cikti.  Yemegin hazir olmasini kos kos teknede oturarak bekledik.  Kaptan’a da diyorum, su pislendi bayagi neden acaba falan diye.  Adam dalga getirmistir diyor, ahahah.  Sonra yemekleri yedik gitmeye hazirlaniyoruz, adam icinde salata olan plastik kabi kenardan suya daldirdi calkaladi ve doktu denize.  Ya icinde hala salatanin suyu vardi, bazi yesillikler falan vardi?  Yemekten sonra yine orada denize girmemizdi sanirim orijinal plan ama kimsenin o suya girmeye niyeti yoktu, planlar degisti.  Alagol isimli, deltanin hemen basinda bir gol var.  Golde ilginc su akintilari var, ustu sicak ama ayak ucunuz buz gibi sulara degiyor asagida falan.  Guzeldi, turun bitis vaktine kadar orada takildik ama su -gol ne de olsa- bayagi bulanikti, yesil yesildi.  Orada takilmak yerine, ilk gittigimize benzer baska bir koya gitseydik, denizde yuzseydik daha cok mutlu olurdum.

Bu Ekincik turundan sonra gelecek sene icin yaz tatili icin baska turlu bir plan yapasimiz geldi.  Kesinlikle Temmuz-Agustos’ta gidilmeyecek bir kere.  Haziran ya da Eylul.  Ailemizde yelkenden anlayan iki yagiz delikanli var, Kocambey ve Ikizbey.  Kirala bir yelkenli Gocek’te, sonra dolan dur.  Denize gir, yuz, teknede yayil istedigin gibi, koy koy gez. Bir yerin suyu mu temiz degilmis, baska koya git.  O koyda cok mu insan varmis, hic yanasma.  Bu koylara, sahillere karadan ulasmak denizden ulasmaktan daha zor anlasilan, mavi tur diyorum bu durumda!!!  Beach club’lardan kacmak icin de daha iyi imkanlar sunuyor ustelik.

Dalyan hakkinda son soyleyecegim sey: turlar tekneler iyi de o teknelerin yaktiklari mazot yuzunden sehri, nehrin etrafini nasil bir “smog” kapladiginin farkindalar mi?  Ilk gun kral mezarlarina bakarken manzara bulanikti (bkz: yukaridaki foto), bugun hava boyleymis dedim.  Sonradan ayni manzaranin sabahlari erken vakitte daha net, aksamlari bulanik olusundan anladim ki o dogal hava olayi degil, bildigin smogmus.  Tekneler icin alternatif enerji dusunsunler ne bileyim. Bir tur teknelerinin gunes enerjisiyle calistigini iddia ediyordu, dogruysa digerleri de bunu ornek alsin, oluyor demek ki.  Mazotla kendi bindiginiz dali kesiyorsunuz tekneciler, turcular.

Otel havuzuSon olarak da otelimiz hakkinda bir not:  Ismi Holiday Calbis’ti. Tesis olarak guzeldi, buyuk olmasina ragmen rahatsiz edici bir kalabaligi yoktu ama isletme konusunda yapabilecekleri bayagi bir sey var.  Birincisi: havuza giden insanlara havlu versinler, boylece balkonlarda kurutulmak uzere serilmis plaj havlusu goruntusu de azalir.  Havlu demisken, havlulari 3 gunde bir degistirmek de ne oluyor?  Benim begendigim bir Amerikan uygulamasi var, not yazip diyolar ki: “Su harcamamizi azaltmak istiyoruz, o yuzden havlularinizi tekrar kullanmanizi rica ediyoruz.  Degistirilmesini istediklerinizi yere atin, onlari degistirelim, kullanmak istedikleriniz askida kalsin.”  Ben sahsen boyle oldugunda her gun her gun havlu degistirtmiyorum.  Ama ilk gece ates dusurme amacli kucuk boy havlulari kullandik, islandilar ve kurumadilar hemen.  Havlu rica ettik gorevliden, “Getiremem, 3 gunde bir degistirebiliyorum, camasirhaneye gidip rica edin” gibi bir sey dedi, oha!  Su minik el sabunlarinin maliyeti nedir mesela?  Ilk vardigimizda 2 tane vardi, onlar eridi gitti, hic yenisi konmadi.  Sampuan falan olmamasini onemsemiyorum, onlari kullanmiyorum ne de olsa ama sabun ya!  Icinde vitamin tableti eritildigi icin pislenmis bardagi da bir calkalayip lavabonun kenarina (hem de basasagi!) koymak yerine yeni, temiz bir bardakla degistirseler migros’tan plastik bardak almak zorunda kalmazdik.  Plastik bardak otel yonetimine de tavsiye ederim eger (daha cevreci bir yol olan) cam bardagi yenilemek islerine gelmiyorsa. Bar olayina da bir el atmalari lazim, sirf genc barmen 13 yasindaki kendi baslarina disari cikip sehre inemeyen turist kizlara hava atacak diye dans etme imkani olmayan ortamda oyle cistak cistak yuksek sesli muzige hic gerek yok.  Neyse ki balkon kapisini kapatinca ses yalitimi iyiydi (arti puan) ve o havada kapiyi kapatip A/C acmak en mantikli serinleme yoluydu.

Iste boyle, pek cok farkli sebepten tatsiz bir tatil oldu.  Tatsizliklarin bir kismi bizim sahsi meselemizdi pek tabii ki, bir kismi da lanet olasica sicaklardan kaynaklaniyordu.  Ama Dalyan sehri ve turizm endustrisi temsilcilerinden pek memnun kalmadik.  Gidecek onca baska yer, deneyecek onca cesitli tatil imkani varken bir daha gitmem diye dusunuyorum.  Sizlere de pek tavsiye edemiyorum dogrusu, diger secenekleri degerlendirin.  Hele hele, kesinlikle tripadvisor gibi sitelerde ingilizlerin yazdigi yorumlara bakmayin, onlarin beklentileri ile sizinkiler buyuk ihtimalle cok farkli.  Benim bu tatilden aldigim ders, aziz milletim beni yorsa da onlarin izinden gitmek gerektigi.  Turkuz netice itibariyle, Turklere hitap eden “sey”lerden cok sikayet edemeyiz, bize de uygun gelir (bu “sey”ler menuler, elemanlarin davranis ve tutumlari, tesisler vs. olabilir).  En azindan agiz tadimiz ayni olduuucuun tatilci halkimin gittigi yerlerde duzgun lezzetli yemekler yiyebilecegimiz daha garanti olur.  Bir sonraki yazida Sur Ocakbasi’dan bahsedeyim de anlarsiniz o zaman, hehe.

Dur fotograflari yukleyeyim de iki tane koyayim (fotolarin ustune gelince ne olduguna dair aciklamam cikiyor).  Salakolugumuzdan fotograf makinesini unutmusuz, iphonelarla cektik hep, cogu da kocambey’inki ile cekildi ve onlar bende yok.  Offf, ne bitmez derdim varmis degil mi?  Haydi baybayyy!

Restorasyonla icine edilen Kaunos amfitiyatrosuSu kaplumbagasi Turk turizmine hizmet ederken

Yollarda yazarim seni

3 Agustos gunu bir blog yazisi yazmaya baslanir…

Meleba!

Su anda bir varan otobusunde Bilecik’e dogru gidiyoruz, Engurucuk diye bir yerdeyiz Bursa’ya 28 km var imis. Yalova feribotundan beri bir garip trafik var, kim bilir niye.  Saat 7 gibi Dikili’ye varmis olacagimizi umit ediyoruz.  Bu yolculukta bana eslik edenler Kocambey ve ikizi (Ikizbey diyelim hehe).  Otobus rahat, gayet guzel. Wifi’i var ama ben bunu word’de yazip sonra post edecegim (wifi gidip geliyor arada, ozellikle kopru altindan gecince, kasmayalim).  TV yayini var, millet ya yanindakiyle laklakta, ya tv izliyor anladigimca.  Ben de iphone’un pilini sarj etmeyi unuttugum icin otobusun muzik yayinina sulanayim dedim, Turkce rockumsu seyler calan bir kanalda kaldim.

Su noktaya gelmis olmamiz buyuk basari, once bunun farkinda olmanizi saglamam lazim.  Ben  29u sabah yola cikacaktim.  Bir gun oncesinden kedikizin hazirliklarini tamamladi (mama, su, kumlar, onu yoklayacak arkadas icin mozaik pasta ve kuruyemis).  O gun sabahtan –sonunda- makaleyi bitirip (bitirmek goreceli bir kelime tabii) bir dergiye submit ettim, bakalim kaderi ne olacak.  Bir de gunlerdir makaleye daldigim icin ihmal ettigim bir genel temizlik yaptim.  Biraz ustunkoru oldu ama yine de lazimdi ustunkoru de olsa bir temizlik.  Gecenin 9unda ben hala valizleri hazirlamamis, hazirlamadigim gibi gelinligi ve diger esyalari nasil ayarlayacagimi dusunuyordum.  Pis havayollarina para yedirmemeye kararli oldugumdan bir carry on bir de bagaja verilecek valiz ile yola cikacaktim.  Sonuda “bunu yapabilirim” diyerek butun esyalarimi carry on alacagim valize sigdirdim, gelinlik/Kocakisisinin takimi ve ayakkabilarimiz bir de iki kez ziplock torbalara konmus makyaj malzemesi vs. sivilari buyuk valize koydum.  Bir ara costco’da 3lu samsonite valiz setini 80 dolara satiyorlardi, o zaman almistim bu valizleri.  Hayatimda yaptigim en guzel ve verimli alisverislerden oldu, kendime “aferin kiz” dedirten.  Boyutlari ideal ve hafifler, arti 4 tekerlekli ve tekerlekler donuyor kendi etrafinda.  Tavsiye ederim.

Aha, Ikea’nin yanindan geciyoruz, Bursa’nin ikea’si mi ki bu? Hee oyleymis.

Neyse iste bu valizlerin orta boyu carry on boyutlu, bir guzel tiktim buna kiyafetleri. 20 gunde ne giyeceksin zaten, ne kadar esya goturebilirsin?  Iste hem “tatil” ortami ve hem de “sehir” ortami icin kiyafet olacagi ve bunlar 100% birbirini kapsamadigi icin  biraz yer sarfi oldu.  Gelinliklerin oldugu buyuk valizi verirken “umarim Istanbul’a indigimde sizi gorebilirim” dedim kendi kendime.  Neyse ki, vardigimda bizim ucaktan cikan ilk valizlerden biriydi, gelinlik de cok yamulmamisti, yeterince efektif bir yontem oldu bu.  Su anda da ayni sekilde otobusun bagajinda.  Bir secenek, giysi torbasi icinde gelinligi carry on almakti. Atlanta’da kocambey ile bulusunca, ona kakalayip Paris ve Istanbul’da onun tasimasini saglama uzerine kurulu bir secenek, cunku benim onu tasiyabilmem icin kolumu bayagi kaldirmam gerekiyor (ya da ardimdan surumem).  Planlarimiz hayli bozuldugu icin bu secenege kaymadigima sevindim.  Yoksa igrenc Paris havaalaninda otobuslerde surunurken bir de gelinlik cekistirecektim.

Ayh. Sizayazdim yazarken yazarken, kapattim, uyudum.  Sonra Susurluga geldik, mama yedik, sonra yine yola koyulduk, sonra yine uyuduk, simdi neredeyiz bakalim..Edremit’e mi yaklasiyoruz ne?  1.5 saatimiz daha var yaklasik saniyorum.  Neyse, geri doneyim planlarimizin altust olusuna.  Biz bir gece skype’ta konusarak, ayni anda 3 bilet aldik.  O sirada 3 ayri sehirde olan ben, kocambey ve ikizbey yolculugun Atlanta’dan gerisini beraber yapacaktik.  Ben Kaliforniya’dan yola cikacaktim, onlar da beraber katildiklari konferanstan oraya gelecekti.  Ben vardim Atlanta’ya, biraz gecikme olsa da bayagi vaktim vardi Paris ucagina.  Lakin iki kafadarin ucagi bir firtina yuzunden ertelenip duruyordu.  En sonunda havalandilar, ama Atlanta’ya varis saatleri feci halde ucu ucunaydi. Iphone’dan flight tracker/ucus takibi websayfalarina bakiyorum, takip ediyorum biraz daha erken varirlar mi diye ama Paris ucaginin kakis saati 8:50 iken bizimkilerin varis saati 8:55 gorunuyordu.  Bankodaki elemana dedim ki iki yolcu varmak uzereler beklemek mumkun mu, hayatta olmaz dediler. Otomatik aktarilirlarmis baska bir ucusa.  E ben de kalayim, onlarin ucusa aktarin beni de dedim.  Ceza odemesi aliriz dediler.  Sonra bizim ucaga yolcu alimina basladiar,  ben de gittim bindim oturdum.  Hala da bekliyorum, her an koridorda gorecegim ayni kafadan iki tane diye ama nafile.  Sonunda kocambey aradi, inmisler, ama 20 dakika icinde ucagin yanasmasi, onlarin bagaja alinan carry on’larinin cikarilmasi ve terminal degistirip ucaga gelmeleri imkansizdi.  Hostes cocuga soyledim dedim boyle boyle n’apilabilir?  O da isimleri aldi, gitti sorusturdu, i ih dedi.  Sonradan ogrendim ki ben hala yanimdaki koridor koltugunu yavrusunu kollayan anne kuslar gibi “koridor koltugunda rahat edelim” akbabalarindan sakinir ve savunurken ikizbeyin koltugu coktan birine verilmis bile.  Acayip moralim bozuldu, uzun yol Kocambeyle daha guzel geciyor, en azindan omzunu yastik yapabiliyorum, uzerine bacakalarimi uzatabiliyorum falan.  Kader kismet.

Onlari otomatik ertesi sabahki NY ucusuna, oradan da diretk Ist. Ucusuna atmislar.  Ben telefonu kapatmak zorunda kaldigim icin bunlari ancak Istanbul’a indigimde annemlerden ogrendim.  Atlanta’da kalakalmislar, beraber magara ve kabin maceralari yasadigimiz arkadaslarin evine gidip muhabbet ve biraz uykuyla ertesi sabahi etmisler.  Ben vardigimda daha yeni NY ucusuna bineceklerdi.

Benim yolculuklar genelde vukuatsiz gecti.  Paris havaalaninin yapisi ve duzeninden, isleyisinden bayagi tiksinmis olsam da sehrin uzerinden gecerken pilotumuz bir hamleyle, tam da benim cam kenari penceremin oldugu tarafa soyle bir yatti, bir guzel Paris manzarasi gosterdi, “vayanasininiiiiii!” dedim.  Eyfel kulesi ve etrafindaki sasaali sarayimsi binalar, yemyesil bahceleri…  Avrupa’da cok sehir gormuslugum yok, ama Paris hic gormek istedigim sehirler listesinde baslara oynamamistir.  Ama oyle gorunce cekici geldi dogrusu.  Yine de bedava tatil veriyoruz Roma mi Paris mi deseler, hatta Roma yerine baska bir suru baska sehir de gelse tercih onlar olurdu.  Zaten ortalik vicik vicik turist oldugu zaman hicbir sehri sevmiyorum, ama Paris’te bir de bu mecburi romantiklik ekleniyor derde.  Daha gitmeden soguttu beni insanlarin Paris beklentileri ve yasanmisliklari.  Kaliforniyaliyim ben, Paris’in sarabini da ozlemeyecegim.  Bir gun belki diyor geciyoruz.

Bir yandan da Pelin’le chatlesirken Ayvalik’a gelmisiz. Biraz etrafima bakayim sonra yazayim en iyisi.

Bugun ayin 19’u.  Bu 15 gunluk gecikmenin pek cok musebbibi var, yavas yavas yazarim artik herhalde.  Turkiye’de “kontorlu” 3G modem aldik, hemen her yerde elimizin altinda internet vardi ama Dikili’ye vardiktan sonra devamli bir kosturmaca icinde oldugumuz icin post etmeye firsat olmadi.  Netice itibariyle evimize, ben yokken fazla yatmaktan sismanlamis kedimize, 20 gunde hayret edilecek bir azma gosteren ayrikotlarimiza kavustuk.  Tatilden donup hala tatil ihtiyacindaysam tatil yapmis sayilir miyim?  Dugun mugun diyerek genclerin iki gunluk tatiline el koymasin artik beyaz gelinlik heveslisi ebeveyinler.  Bol bol bikbiklenecegim sonraki yazilarimi merakla bekleyiniz, browserinizdan israrla isteyiniz.  Bir sonraki yazida word’de yazip aktarmaktan olusacak tip yamukluklari da olmayacak soz 🙂

Magaralarda isiksizim

Bu haftasonu cok macerali ve cok yeni deneyimlerle dolu bir haftasonu oldu.  Simdi de uzun uzun bunlari anlatacagim.  Yildizlarin altinda kamp atesleri, talep edilmemis kayip bagaj dukkanlari, turistik magaralar ve camur soslu magaracilar ile ilgilenenler devam etsin okumaya!

Simdiiii, oncelikle soylemeliyim ki bizim bu haftasonu icin asil planlarimiz cok farkliydi.  Yakinlarda kucuk bir yerlesim yeri var, dogasi guzelmis sirinmis, oraya gidip dugunumuzde bize hediye ceki hediye edilen bir merkezde masaj yaptiracak, booyyyle sefa pezevenkliginin dibine vurdugumuz bir gun gecirecektik. Su pazartesi gunu gecen birkac gune baktiginda planlarla yasananlarin ne kadar tezat oldugunu gorup guluyorum kendimce.  Ne oldum dememeli ne olacagim demeli, kader kismet ve saire.  Ha, bence iyi oldu, yanlis anlasilmasin.  Sefa pezevenkligi her zaman yapilir ama boyle bir ekiple bu macerayi baska zaman yasayamazdim herhalde.

Gecen haftalarda bir kabin maceramiz olmustu Turk arkadaslarla.  O haftasonu hakkinda cok cok cok yedigimiz disinda pek bir sey yazmadim.  Ama oradaki ekipte bir “magaraci” vardi.  Dogrusu “magaraci” nedir bir fikir edinmistik sayesinde, maceralarini okuyarak ama oyle okuyarak, fotograf bakarak olmuyormus, buna daha gelecegiz.  Bu magaraci arkadas meger bize gunumuzu gostermeye niyetlenmis.  Haftanin ortasinda bir email geldi, “Benim biraderler geldi buraya, haftasonu kampa gidelim diyoruz” diyor.  Biz de “yaa ama iste masajdi, sefa pezevenkligiydi?” diye biraz tereddutte kaldik.  Yok, yalan soylemeyeyim, ben kaldim.  Kocambey kisisi kucuklukten izci, boyle doga denince, kamp denince enginlere sigmaz tasar. O tereddut etmedi.  Zaten daha once yaptigimiz iki kabinli “Dogayla Icice” programi kendisini kesmedi, cunku kafa lambasi yerine elektrikli ampuller, cadir yerine x oda x banyo kabinler, kamp atesi yerine merkezi isitma sistemi olunca o sayilmiyor.  Minimum medeniyet, maksimum sefalet olacak, bok kuregi olacak, izcilikte oyle alismis yavrucak 🙂

Biz gideriz diye karar verdik ama persembe aksamina kadar kesin bir sey yoktu.  Cuma gunu ofise gitmemiz gerekiyordu.  Ogleden sonra geldik, haldir huldur cantalari ve kamp malzemelerini topladik, kedikizin mama ve suyunu hazirladik ve 15 dakika icinde yola ciktik.  Bir onceki kabinli maceramizda 1 ay boyunca menuler ve yemekler planlamisken boyle 15 dakikada hazirlanip cikivermek buyuk tezat oldu.  Magaraci arkadasla son ayarlamalari yapan kocambeydi, ve bazi kritik bilgileri bana aktarmamayi secmisti nedense.  Bunun cezasini de sonradan hep beraber cekecektik.  Az sonraaa…

Cuma yola cikarken hava cok guzeldi, sicakti resmen.  Ben yine de “ulan ya gittigimiz yerlerde kar kis varsa yine?” diye kat kat kiyafet aldim. Daha onceden bahar kampi diye gittigimiz bir kampimiz kar kampina donmustu (bunu da baska bir yazida anlatirim).  Arabali kamp yapinca istedigini alabiliyorsun yanina, sirtina yukleyip tee nerelere tasimak zorunda degilsin ne de olsa, arabanin arkasina atiyorsun geliyor. Kullandin kullandin, kullanmadin geri getirirsin.  Gittigimiz yer Alabama eyaletinde bir devlet parki (state park) idi.  Gec cikinca ve yolda da yemek molasi verince karanliga kaldik.  Parka ilk varan biz olduk, hatta ilk vardigimizda bir anne iki yavru geyik gorduk pek tatlilardi.  Digerleri de bizden az sonra geldiler.  Bulduk kamp alanini, park ettik, hemen cadirlari kurduk.  O arada kamp atesi yakilmis, yiyecekler ortaliga dokulmustu.  Tirbusonsuz sarap ikilemini mantari icine ittirmek suretiyle astik, cay demledik, muhtelif kolay kamp yemekleri ile karinlarini doyurdu insanlar.  Bizim aksam yemegimiz danalara layik oldugu icun bir sey yiyecek halimiz yoktu.

Ekip toplam 7 kisiydi.  Bizim arkadas, yine yaman magaaraci kardesi ve onun sevgilisi magaralarin kizi, bunlar magaraci uclu.  Bi benim kocamizcisi var, magaraciligi yok ama doga/outdoors insani.  Ben varim sonra, kocambey hayatima girmeden once neredeyse hic doga maceram olmamisti.  Sonra birkac kamp deneyimim oldu lakin cesitli sebeplerden ciddi zorlu deneyimlerdi, direk damardan girdim olaya yani.  Geri kalan ciftimiz de kampa gitmisler ama nasildi bilmiyorum deneyimleri.  O gece atesbasinda takildik ve sonra da yattik.  Geceyarisini geciyordu.  Mukemmel bir gokyuzu vardi, yildizlar oyle net gorunuyordu ki.  Magaraci uclu bu yildizlarin altinda uyumayi sectiler, cadir kurmadilar bile!

Gece cok iyi uyuyamadim malesef.  Gec yatmamiza ragmen gelmedi uykum. Usudum de o yuzden biraz da.  Sonra sizmisim.  Sabah kalktik, zengin bir kahvalti yaptik yayila yayila.  Ben ne yapacagiz, nereye gidecegiz hic bilmiyordum.  Asalak gibi  ekibe yapismistim resmen.  Plan meger once turistik bir magarayi gezmek, sonra oglen yemegini muteakip asil magaraya gitmek, sonra birseyler yiyip o gece icin kamp kurmakti.  Aksam baska yerde kamp kurariz diyerek kampi topladik ve yola ciktik.

Ilk gidecegimiz “turistik” magara zaten bulundugumuz parkin icinde ve ona ismini veren magaraydi.  Hatta web sayfasi bile var (fotograf galerisi).  Cok etkileyici bir magara bu, ta girisinden belli.  Girisi soyle: yatay bir duvar dusunun, tavan gibi.  Ustunde bir tepe var, agaclar magaclar.  Ama alti bombos.  O koskoca tepenin, agaclarin agirligi altinda nasil oluyor da cokmuyor inanilmaz.  Zaten magarada ilerledikce, daha derinlere indikce “Ulan tepemizde bir dag var, basimiza cokuverirse?” diye dusunmeden edemiyor insan.  Magaranin turistikligi insanlar magarada rahatca ilerlesin, etrafi gorsun diye yapilandirilmisligindan geliyor.  Beton bir patika yapilmis, iki yaninda tutulabilecek trabzan gibi destek var, patikanin dibi isiklarla aydinlatilmis, magarada gorulecek yerler isiklandirilmis.  Linkini verdigim fotograf galerisine falan bakarsaniz anlarsiniz.  Tur duzenliyorlar, adamin teki anlatiyor su sudur bu budur diye.

Magara cok guzel, o kadar ilginc yapilar var ki.  Bu bolgede toprak kirecli ve kirecli topraklar akan suyla daha bir muhtesem sekilleniyor.  Pamukkale’yi dusunun mesela oyle.  Magaranin ici sarkitlar, dikitler, bunlarin birlesmesinden olusan kolon/sutunlarla doluydu.  Cok ilginc sekiller almislar bu yapilar zaman icinde.  Ha bir de magarayla ilgili ilginc seylerden biri bir nukleer patlama falan olursa burasi siginak olarak kullanilmaya elverisliymis.  Bir de ic savas sirasinda bu magarada yarasa boklarindan barut elde edilmeye calisilmis, tarihi bir yer ayni zamanda.  Goliath denen coooook uzun zamanda gidim gidim birikerek olusmus bir sutun var, devasa bir agacin govdesi gibi.  Bir de magaranin isminde “katedral” lafinin gecmesine sebep olan bolge var, sarkitlar dikitler orman gibi uzayip gitmisler.  Bana kocaman bir katedraldeki kocaman organin borularini hatirlattilar.  Magaranin gidilebilecek en uc noktasina varinca rehber dedi ki, aslinda daha ileriye gidilebiliyormus, orada “kristal oda” ismi verilen bir yer de varmis, cok etkileyiciymis.  Ama oraya patika matika olmadigi icin insanlar gidemiyor, ozel turlar falan oluyormus bazen.

Bu tas yapilar yasayan seyler, yani gun be gun buyuyorlar (coook yavas bir sekilde).  Dokundugun, carptigin, kirdigin zaman bu gidisati engelliyor ya da degistiriyorsun, o yuzden adamlar o iceri kisma insanlarin, ozellikle de merakli biciriklarin girmesini istememekte haklilar.  Turdaki cocuklar cocuklar gibi sendiler, bir gurultu bir samata bir kosurmaca…  Karanlikta birini ezecegim ve babasindan dayak yiyecegim diye korktum.

Magara ile ilgili tedirginligim birkac turluydu: 1. ya cok soguk olursa ve usursem? 2. ya yarasa surusu bizden korkup havalanip uzerime dogru ucar, gecerken yuzumu gozumu parcalarsa (Hitchcock ve Birds filmine gondermeli endise)? 3. ya boyle vicik vicik bocekler surungenler varsa ve onlarla temas etme zorunlulugu dogarsa (Indiana Jones Temple of Doom’a gondermeli endise)?  Giris bayagi bir serindi ama bir yerden sonra birden daha sicak (sicak dediysem cok sicak degil) bir hal aldi, genelde de super nemliydi magara.  Usumedim, yanima aldigim montu giymek zorunda kalmadim, iyi oldu.  Yarasa vardi, ama suru halinde degil.  Kis uykusundalarmis, butun kis ancak 5-6 kere kalkip dolaniyorlarmis.  Rehber isigini uzerlerine tutup gosterdi birkac tane.  O miskin halleri korkunc degildi pek.  Uyuyan yarasa olsun bizim olsun.  Bocuk de vardi, rehber gosterdi isik tutup, karanlikta gormeden gecivermeyi tercih ederdim.  Orumcek turu yaratiklar, cok uzun antenleri varmis.  Cok fazla degillerdi ama iste orumcek kucuk olsa da mide bulandiriyor.  Allahtan magara cok ilginc oldugu icin kafama takilip kalmadi bu yaratiklar. Iyyy.

Magaradaki gezi/tur bir saatten fazla suruyor.  Ciktigimizda kisa bir hediye dukkani duragindan sonra yemek yiyecek yer dusunmeye basladik.  Scottsboro isimli bir sehir vardi yakinda ama yani sehir demeye bin sahit ister.  Cok “yazikkkkk!” bir yer. Oyle ki mekanin tek heyecanli yeri talep edilmeyen bagajlarin icindeki esyalarin ucuza satildigi dukkan (soyle de linki varmis Unclaimed Baggage Center‘in).  Bir restoran aradik, hic dogru durust bir sey yok.  Sehrin merkezi ayri bir enteresan.  Gunduz gecerken dedim ki “Yahu bu sehrin “vahsi bati” gunlerindeki halini cok iyi hayal edebiliyorum, cunku cok degismemis.  Su uzerinde gittigimiz cadde, o zaman da ana caddeymis, su dukkanlar da eskiden saloon, general store, terzi, cenaze levazimatcisi falanmis.”  Sonunda bir restoran bulduk, meksika restoraniydi.  Yemekler fena degildi Allah icin, yalniz bu yemeklerin acisi (ya da gazi diyerek igrenc bir durustluge buruneyim) hepimizden gani gani cikacak, magaranin ambiyansini bozacakti.

Yemekten sonra bu bagaj dukkanina da ugradik, bit pazarindan halliceydi.  Ben gecenin uykusuzlugu yemek sonrasi coktugu icin leyla gibiydim, bakamadim pek.  Ama her sey vardi ya!  Insanlarin nasil bagajlari kaybolmus, neler neler kaybetmisler.  Esyalardan cok esyalarin hikayeleri cekti ilgimi.  Orada asili gelinliklere, nedime elbiselerine, bebek arabalarina, kitaplara, kulakliklara, ipek haliya, dopiyeslere, otomatik tufege (?? evet vardi bir otomatik!), ayakkabilara bakip “acaba bunlarin kaybolmasinin ardindan sahipleri neler yasadi?” diye hikaye yazdim kafamdan.  Gelinliklerden biri (tombul bir ablaya aitti belli ki) cok sadeydi ve tertemizdi, dugun oncesinde kaybolduysa yarattigi krizi dusunebiliyor musunuz?  Tombul abla aylar oncesinden aldigi, bir beden kucuk aldigi icin aylardir rejimde oldugu gelinligini dugun oncesi kaybediyor.  Son anda gelinlik nereden buldu, o dugun nasil oldu bilemem ama eminim o tombul abla cok uzulmus, aglamistir elinde telefon orayi burayi arayip cikan yetkililere bagajini bulmalari icin yalvarirken.  Bir de iki parca, boncuk islemeli gelinlik vardi, kullanilmisti o.  Sahibi balayina giderken o gelinlik uzerinde butun bir dugun gununun, fotograf cekimlerinin, yemin toreninin ve hopbidi hopbidi oynanan bir partinin kirini tasidigi halde havaalani kargo bolumlerinden birinde kaybolup gitmisti.  Kimse de  aramadi herhalde gorevini yapmis bu gelinligi.  Ama en cok ucaktan indiklerinde iki bebeklik (ikizler miydi ki?) bebek arabasi bir turlu cikmayan ve kayip ilan edilen aile zorluk cekmis olmali.  Bu pahali urunu kaybetmis olmalarina mi uzulsunler, iki cocugu ve diger bagajlari nasil tasiyacaklarini mi dusunsunler, tatillerinin ilk gununu yeni bir bebek arabasi arayisinda gecireceklerine mi dertlensinler.  Boyle boyle dolastim, bir sey almadan ciktim.

Magaraya giderken cok da uzun olmayan bir yol vardi ama ben nasil sizmisim nasil sizmisim.  Direkt kendimden gecmisim arabada.  Iyi oldu ama, cunku meger bizi gayet zorlu bir macera bekliyormus.  Araba durunca kendime geldigimde baktim boyle issiz bir yerdeyiz.  Bir ev var, evin onunde iki kopek (pek tatliydilar, bir guzel sevistik), evin karsisinda arabayi parkettigimiz yerin yaninda da bir portatif tuvalet ve bir kabinimsi bina vardi.  Ben hala kendime gelmeye calisirken magaraci ekip malzemeleri cikarip ortaya yigmaya basladilar.  Bir kask muhabbeti donuyordu zaten, ben de “ha, iyi tabi kask takmak, oraya buraya carpmasin kafalar” demistim, anglofon kesileyim: little did I know!  Kask, kasklarin uzerine gecen bol pilli kafa lambalari, dizlikler, ortaya ilginc malzemeler cikmaya devam etti.  “Ne oluyoruz yav?” diye iskillenmeye basladim kendimce.  Diger magaraya girerken oldugu gibi sirt cantami alacak, icine montumu falan koyacaktim.  Magaraci arkadas nazikce “almasaniz iyi olur, lazim olan seyleri verin bu cantayaa koyalim, tek canta gideriz” dedi.  Bu canta dedigi de boyle kalin platik bir canta.  Ben bu hazirliklar devam ederken giderek “Nassi yaaa?” diyerek iskillenmekten tirsmaya dogru gecerken baktik magaradan iki yagiz delikanli cikiyor.

Bu genclerin goruntusu magara olayi ile asina olmayanlarda sanirim bir sok etkisi yaratti, en azindan bende oyle oldu.  Cunku elemanlar bastan asagi camur icindeydiler, birisinin botunun tekinin de alti cikmisti.  Yani perisanlik boyle camur olmus uzerlerinden akiyordu.  Onlari gorunce ben kendime “Tam olarak neyin icine giriyoruz yav?” diye sordum ama sorumu kendime sakladim, bindik bir alamete gidiyoz kiyamete moduna girdim.  O arada giyinmeye, hazirlanmaya devam ediyoruz.  Magaraci kizimizin hazirlanmis hali ile kendi halimi karsilastirinca ortada bir yanlislik oldugu cok asikardi.  Meger arkadas emailinde demis ki “kirlenip yirtilirsa uzulmeyeceginiz bir seyler bir pantolon getirin”.  Benim ayrintilari muhtesem bir sekilde gozardi eden kocamkisisi de bunu bana soylemeye deger bulmamisti.  Kampa giderken giydigim, gayet yeni ve guzel bir pantolonum vardi uzerimde, polarimin da daha gideri var yani.  Bileydim gecen gun kemerinin alti yirtilmis kotumu, caputa ramak kala hayatlarini devam ettiren t-shirt/sweatshirtlerimi falan getirirdim.  Daha da onemlisi, uzerimdekiler kirlenince giymek uzere daha fazla yedek getirirdim.  Allahtan yedek ustlerim vardi ama yedek pantolonum yoktu.  Magara cikisindan itibaren pempe pempe pijama altiyla gecirdigim bir gun boyunca bundan sonra detaylari kocambeye teslim etmeme kararimi kafamda iyice pekistirdim.  Iyi ki pijama alti almisim yani, normalde arabasiz/backpacking turu kamp yaparken giydigin pantolonla yatiyorsun sirtinda agirlik tasimamak icin.  Ben “amaaan, arabali lukus kamp bu” diyerek pijama almistim.

Neyse, magara girisi hazirliklarina geri doneyim.  Magaraci kizimiz diyordum.  Onun icinde bir tayt takimi vardi, ustunde de bir tulum vardi.  O tulum sayesinde magaradaki hareketleri cok rahatti, magara sevgisi, deneyimi ve sen karakterinin de etkisiyle magarada bir cocuk gibi eglendi costu.  Biraz kiskandim dogrusu, ah bir tulumum olaydi dedim ona bakip bakip.  Diger magaraci arkadasin da bu isler icin ayirdigi pantolon, corap ve ayakkabilari vardi.  Yikandiklari halde camurlari cikmayan seyler.  Uzerimdeki kiyafetlerin ertesi gun bunlar gibi gorunecegini kabul ederek “haydi yallah!” dedim.  Ya herrooo ya merroooo!

Magaranin agzina geldigimizde hava kararmaya baslamisti, cok hos bir aksam gunesi vardi.  Magaranin agzindan disari buz gibi bir esinti vardi.  “Gellinnnn, geliinnnn, gelecekseniz goreceginiz de varrrrr!” diyordu.  Ne beklemem gerektiginden hicbir sekilde emin olmadan attim grupla birlikte ilk adimimi iceri.  Olan beklentim gordugum camurlarla paramparca olmustu, yerine bir sey koyamamistim.

Hemen giriste dizliklerimizi ve eldivenlerimizi kullanmak durumunda kaldik, cunku emekleyerek gecmek zorunda kaldigimiz bir koridor vardi.  Daha sonra cikana kadar gecen saatler icinde emekledik, kicimizin ustunde kaydik, ruku pozisyonunda yuruduk (ki bunlardan birisi sirasinda akima Suna Pekuysal geldi), keci gibi tirmandik, keci gibi inisler yaptik.  Magaranin icini nasil tarif edecegimi bilmiyorum.  Sabahki magara kadar “wow!” etkileyici degildi, dogal tas/kaya olusumlari asiri ilginc degildi.  Lakin magaranin bakirligi onu cok gizemli kiliyordu.  Tabii ki bu magaraya ilk girenler biz degildik, magaraci arkadasimiz daha onceden gelmisti biliyordu magarayi.  Ama bu magaraya cocuk arabalarini ite ite gelenler, bicir bicir cocuklar, pinpon dede ve nineler yoktu.  Sadece magara isiyle ilgilenenler ve onlarin kafaladigi arkdaslari geliyor olmali.  Magarada insana dair tek sey yer yer duvarlara boyanmis cikisi gosteren oklar ve magaranin bir yerinde ic savas zamanindan kalmis bir tarihi bolge.  Onun disinda patika yok, trabzan yok, merdiven yok, isik yok.  Biz, kafa lambalarimizin isigi ve yer yer duydugumuz magaranin icinde akan suyun yer yer siril siril, yer yer de coskun sesi variz sadece.

Magarada ilerlemek dogada, engebeli bir arazide yapilan bir yuruyus (hike) gibi biraz.  Ama doga yuruyuslerinde kat kat krem surmenizi gerektiren gunes yok, hava serin hatta hareket etmedikce usuten bir soguklukta, oldukca nemli, hatta islak, gokyuzu yerine “la la la das la kaya la” goruyorsunuz kafaniz kaldirinca ve agaclar, cicekler yerine sarkitlar dikitler var.  Daglarin tepelerin ustunde degil icinde yuruyorsunuz.  Yeryuzunu hep gordugumuz icin, doga cok cok guzel olsa da, super manzaralar sunsa da cok surprizli degil.  Magaranin ici ise bildigin cilgin atiyor!  Ne bileyim dagin icinde dag tirmaniyorsun, yerin altinda nehirler akiyor, selaleler olusuyor, dehlizler bilinmedik yerlere gidiyor ve nereye gittigini bilmek icin icine girip yurumen gerekiyor, haritan olsa da nerede oldugunu bilemediginde manasiz kaliyorlar.  “Goz alabildigince” diye bir sey yok, cunku asil onemli olan gozunun gorebildigi degil magaranin karanliginda kafa lambanin aydinlatabildigi.

Gerek sen sakrak, gerek sasirarak, gerek korkarak yuruduk, egildik bukulduk, emekledik, surunduk, duseyazdik (ve dustuk), kayalarin ustunde sektik, taslara sarildik, soguk sulardan gectik, su gecirmez botu olmayan benim gibi dandiklerin botlari, coraplari, ayaklari islandi (tesadufen yunlu bir corap giymistim, islansa da ayagin sicakligi ile isinip sicak tutuyor, usutmuyor, bu da aklinizda bulunsun).  Bir noktada “Ya” dedik “Arkadas, daha ne kadar gidecegiz, gireli neredeyse 2 saat oldu, bu magaranin sonu yok, bir de geri donusu var bunun.”  Arkadas daha onceki gelisinde gordugu bir seyi bize gostermek istiyordu.  “Biraz daha ilerleyelim, bulduk bulduk, bulamadik doneriz” dedi.  Biz de onu takip ettik.

Gercekten de gostermek istedigi seye az sure sonra ulastik.  Cok da yuksek tavani olmayan bir odada tavanin ortasinda bir delik vardi ve delikten sakir sakir sular akiyordu!  Blogu takip edenler bilirler, sogugu, kari sevmem, usumeye gelemem.  Bunlarla alakali olarak sevmedigim bir baska sey de islanmaktir.  Yagmurda sarki soylemek, havuzlara denizlere dalip dalip cikmak, derelerde sekmek bana gore seyler degil.  Bu sakir sakir tepeden akan suyu gorunce, suyun buzzzzzlar gibi soguk oldugunu da bildigimden, “brrr” dedim, hic heyecan yapamadim.  Sadece suyun sicramadigi bir mesafeden durup “Hey yumurtaya can veren Allahim” moduna girdim.  Kapkaranlik bir magara var, tavandaki delikten yagmur gibi su akiyor, boyle enteresan bir selale olmus.  Goruntu super ama ben islanmak istiyor muyum hayir.  Daha yaklastim, bu tavanin obur tarafinda ne var, bu su nereden geliyor diye baktim, pek bir sey goremedim.  Ben boyle yari merak yari urkeklik icinde bakadururken magaraci kizimiz selalecigi gordugunden beri attigi cigliklara hoplamalara ziplamalara hala ara vermemisti.  Kiza “cildirmis olmali” diyerek bakiyordum, cunku suyu gorur gormez kostu ve altina girdi, o da yetmedi tavandaki delikten kafasini tavanin ust tarafina uzatti (tavan boyumuzdan yuksekti 2 m falan vardi herhalde, alttan destek almadan, ya da yukaridan cekilmeden cikmak mumkun degildi pek).  Belli ki magaraci uclu bu isi o odada bitirmeye, “ay ne guzel akiyor, tu tu tu masallah” deyip geri donmeye hic niyetli degillerdi.  Kesin yukari cikacaklardi.  Bizim arkadas oraya kadar gelmisken yukariyi da gormemizi tavsiye etti, ama tabii soguk suyun altina girmek, islanmak, hasta olmaya davetiye cikarmak herkesin kendi bilecegi is.

Tekrar edeyim, islanmayi sevmem.  Ama dusundum: sunca yillik hayatimda kac kere kendimi su durumda, boyle bir ortamda buldum ki?  Bunca yil bu “ilk”se, geri kalan omrumde kac kere elime boyle bir firsat gecer ki?  Birkac saat rahatsizlik, usume, belki yeni atlattigim hastaligimin nuksetmesi ile bir iki hafta daha sumuk dolu bir kafa bir yanda, yukarda gorulmeye deger oldugu soylenen bir manzara.  Iste burada islanmayi sevmememin ve hep usumemin faydasini gordum.  Hep usudugum icin hep kat kat giyinirim, yazin 40 derece sicaklarinda bile yanimda bir ceket bulundururum.  Islanmayi sevmedigim icin de, magarada sip sip su olur bir sey olur giyerim diye yagmurlugumu almis, belime baglamistim.  Ustumdeki polari, ve diger iki kati cikardim, askili bluzumun ustune direk yagmurlugu giydim, sapkasini kaskin uzerine gecirdim ve butun her tarafini sikica kapattim.  Ayaklarim zaten islanmisti derelerden gecerken suya girmesinler diye kassam da.  Pantolonum islanacakti ama bacaklarim cok usumuyor, pantolon da vicik vicik islanmayan, islansa da cabuk kuruyan bir kumastan (eee, REI’da bosuna para vermedik o pantolona).  Bir yandan hazirlaniyordum, bir yandan da yapacak oldugum seyi yapacak olduguma inanamiyordum.  Sanirim lisede kacak kacak ilk sigaralarini icen gencler de boyle hissetmislerdir.  Cilgin ve aykiri bir seyi, sirf yapmis olmak icin yapmanin heyecani cok.

Geldim deligin dibine, selalenin yerden sicrayan sulari uzerime gelmeye baslamisti bile.  Alttan iki eleman iki bacagimdan tutup kaldirdi, yukardan da bir digeri cekti.  Bu delikten yukaridaki odaya, ust kata gecme isinin nasil oldugunu hatirlamiyorum bile.  Basimdan asagi sular akarken ben yukseliyorum ve kendimi bambaska bir yerde buluyorum.  Vaftiz de boyle bir sey olsa gerek!  Ciktigim yer minik bir dehliz gibi, devam ediyorum diger tarafa.  Benden once cikanlarin kafa lambalarinin isigina dogru gidiyorum ve asagidaki selalecigin annesiyle karsilasiyorum.  Islanmisim, sirilsiklam olmusum, usumusum, hicbir sey hissedemedim o anda.  Kafa lambami yukari dikip aydinlattigi yere kadar bakip bu su nereden geliyor anlamaya calistim.  Bir peribacasi dusunun, huni gibi. Onun icinin oyuk oldugunu ve bu huniye alttan baktiginizi dusunun.  En tepesinde bir delik oldugunu ve oradan sakir sakir su aktigini dusunun.  Butun ekip cikip orada toplaninca diktik hepimiz lambalari o delige dogru, hepimizin isigiyla bile tam gorunmuyordu delik, o kadar yuksekteydi.  Orada fotograf cekemedik ama cekenler olmus, iste bizim magaranin tanitimi ve bahsettigim bu anne selalenin fotografi bu linke basarsaniz gorursunuz.

Bu manzaraya doya doya baktiktan sonra artik geri donuse baslayabilirdik.  O delikten asagi inmek cikmasindan daha zor oldu.  Cikarken neredeyse hic islanmadim (yagmurluga verdigim para da hakkini verdi), lakin inerken yukardan asilinca yagmurluk da yukari dogru cikti ve pantolonun kic kismi islandi.  Asagi odaya inince hemen askili atleti cikarip diger katlarimi giyindim.  Baktim donum hala kuruydu (bu iyi bir sey!)  Belden/kictan asagisi bayagi islak olsa da belden yukarisi kupkuruydu.  Belden yukari usurum hep o yuzden iyi kurtarmistim.  Herkes asagi inip ustunu degistirebildigi kadariyla degistirdikten sonra yola koyulduk.

Donus daha zorlu gecti. Benim icin zorlugun sebepleri artik yorulmus olmam ve kafa lambamin isigindan ya piller zayifladigi icin ya da bir sekilde acisini ayarlayamadigim icin iyi randiman alamamam, onumu gormekte sorun yasamamdi.  Girise gore cok daha fazla randiman aldim kasktan (kafami daha cok kez carptim yani).  Bazi inisler yerin kayganligi ve tutunacak/basacak yer olmamasi sebebiyle kasti.  Sanirim iyi idare ettim genelde ama bir noktada inis sirasinda magaraci arkadas yumrugunu ayagima dayayarak destek oldu, basacak yer olmadigi icin onun yumruguna basmis oldum obur ayagimi saglam bir yere basiverene kadar iki saniye.  Bunun disinda gelisteki gibiydi, yuruyerek, emekleyerek, egilip bukulerek, surunerek 4-5 saat once girdigimiz o magara girisinden sersemlemis bir sekilde ciktim.  Magara havasindan normal atmosfere cikistan mi, o sure boyunca durmadan hareket etmenin yorgunlugundan mi, yasanan seylerin, gorulen yerlerin surprizli guzelliginden mi, ya da hepsi birden mi sebep oldu bu sersemlige bilmiyorum.  Cikinca arabalara gittik, kasklari, dizlikleri, eldivenleri cikardik, oradaki kabinde camurlu ve islak giysilerimizi kuru neyimiz varsa onlarla degistirdik.  Kocambeye bu pantolon detayin atladigi ve beni pempepempe pijamalarla insan icine cikmaya mecbur ettigi icin yine soylendim ama egilip bukulmekten agrimis sirtimi kuturdetmek icin kendisine ihtiyacim oldugundan uzatmadim.  Sonra toplandik, arabalara bindik ve Scottsboro’dan yiyecek bir seyler alip da bir onceki kamp kurdugumuz yere geri donmeye karar verdik.  Saat 10 civariydi, belki 10u geciyordu ve o saatten sonra yeni bir kamp yeri aramaya hic niyetimiz yoktu.  Kurkcu dukkanlari ile tilkilerin arasindaki iliskide alinacak ne ders varsa almistik.

Arabada yiyecek bir seyler avina cikmis avcilar gibi dolanirken ben hem onceki gecenin uykusuzlugu, hem de bu maceranin yorgunlugu yuzunden sizdim bol bol.  Uyuyup uyanip durdum, resmen kendimden gecmisim.  Ama depderin uykular olmadigi icin ruyalar goruyor ve bunlari uyandikca hatirliyordum.  Her seferinde magaradaydim, her seferinde bir tirmanista veya iniste buluyordum kendimi.  Hani ruyada yuksek bir yerden duser de gercekte de yattiginiz yerde ziplama gibi bir sey yaparsiniz ya, ben de magarada tirmanista ya da iniste ayagim kayip dusuyordum ve kendimi arabanin koltugunda irkilmis ziplamis buluyordum.  Sular ve selaleler de eksik olmuyordu.  Cok enteresan bir trans haliydi o uykularim, biraz ameliyat sonrasi narkozdan uyanma cabasi gibiydi hatta.

Gece gec oldugu icin yiyecek avimiz sorunsuz olmadi, bayagi dolandik.  Ama sonunda erzaklari yuklenip kamp yerine donduk.  Ben kocambeyle bizim cadiri kurar kurmaz iceri girip yatmayi planliyordum ama cadiri kurana kadar uykum acildi.  Biraz tazecik yakilan atesin basinda oturdum, ekiple beraber bir seyler atistirdik, birileri misir krizine girdi (haha!).  O atesbasi muhabbetinden cok bir sey hatirlamiyorum dogrusu, ayakta uyuyormusum hala demek ki.  Sonra dayanamadim, cadira girdim, sarindim ortundum yattim.  Sizip kalmisim.  Buradan ikinci gecemi isitan Grabber’a da tesekkur ederim (Wonderful product, keep up the good work!).

O gece suppper uyudum.  Ertesi sabah dizlerimin ustunde, sag omuz ve tricepimde hafif agrilar vardi uyandigimda, ham bir insan olarak bu kadarla atlatmis olmam mucize!  Bir de parmaklarimin hemen dibinde, avuc ici okuyanlarin bilmemne tepeleri dedigi yerler agriyordu.  Eldivenlere de olsa ellerle kayalara yerlere yapistigimiz icin sasirtici degil bu aci.  Uyandigimda yagmur yagiyordu, tam anlamiyla cadirimin ustune sip dedi damladi, allah canimi almadi almadi sarkisini yasiyordum.  Disaridan da hava kapali olmasina ve yildizlar gorunmemesine ragmen acik havada yatmayi secmis uc magaraci gencin cadira kacislarinin sesleri geliyordu.  Yagmur riski oldugu icin cadirlarini kurmuslardi neyse ki, toplanip giriverdiler herhalde.  Iki magaraci kardes birbirine “Biraderim … ….” “… …. biraderim” diye bir seyler soyluyorlar, cok sevimliydi kosturmacalarini dinlemek.  Ne kadar guzel dedim, iki kardesin bu kadar iyi anlasmasi, bu kadar uyusmasi.  Benim “birader” ile aramiz hic bu kadar iyi olmadi, olmayacak da.

Yagmur dindi, magaraci olmayan cift cadirini toplamis gitmeye hazirlanmisti.  Yola koyuldular.  Biz de bir cay yaptik, yeni dinmis yagmurun kokusunu soluya soluya ictik.  Diger ekibin iki kisisi uyanmamakta direndi.  Sonra onlar da kalkti, toplandik, turistik magaranin piknik alaninda (ustu kapaliydi!) yer yer yagan yagmur esliginde kahvalti ettik ve eve donus yoluna koyulduk.  Gece gec yatmis olsam da bayagi iyi uyumustum ama 3 saatlik yolda yine devamli uyumaktan alamadim kendimi.  Kocambeyi muhabbetsiz bir yolculuga mecbur biraktigim icin uzgunum ama vallahi elimde degildi.  Gozlerim kendiliginden kapanip gidiyordu, ve ben yine kendimi magarali karanlik ve duseyazmali ruyalarda buluyordum.

“Iyi ki yapmisim!”  dedigim bir deneyim oldu bu.  Keske universite yillarimda tanissaymisim magaracilikla.  Cok sportif degilim, kollarim da bayagi gucsuzdur ama bence magara ortaminda gayet iyi idare ettim (hani bana alkis?).  Hatta tiriskadan gurur duyabilirim ki disari ciktigimizda cok az camura bulanmistim, polarim baskalarinin eldivenlerinden bulasmis camurlar da olmasa tertemizdi.  Ben de isterdim bir tulumum olaydi yerlerde debeleneydim ama orami burami kirmadan, ekibi de yavaslatmadan gittigim halde minimal camurlanmam bir basari sayilmali.

Turistik magaradayken bizim magaraci arkadasa sormustum, “abi ne anliyonuz bu isten?” seklinde.  Cok tutkulu hepsi de bu konuda cunku.  O bana kendince bir cevaplar verdi, kesif ve bilinmeyeni ilk bilmek eksenindeydi cevabi.  Anladigimi sandim ama o magaraya girip ciktiktan sonra anladim ki o noktada anlamamisim olayi.  Hala da kim bilir simdiye kadar ne magaralar girmis, o magaralarda neler gormus, neler yasamis bu kisilerin heyecanini ve tutkusunu tam anlayamiyorumdur herhalde.  Ama hic magaraya girmemislerden de biraz daha yakinim anlamaya.  Eger “aa, bizim orada bir magara var, dur ben de gidip bi bakem” diye heveslendiysen ey okur, sakkin haaaa!  Bu isi bilmiyorsan oyle elini kolunu sallayarak kalkisabilecegin bir is olmadigini bil en azindan.  Gerekli hazirlik ve malzemelerin yoksa, bu isi bilen bir ekibin parcasi degilsen hic bu ise kalkisma.  Yoksa “Into the Wild” filmindeki gerzek gibi kendi sonunu hazirlarsin.  Evet, filmi izleyen genclerin cogu herife hayranlik duyuyor, idol haline getiriyor ama bunun bok yoluna gitmis, aptalliginin kurbani olmus o herife pek bir faydasi yok degil mi?  Doga ile saka olmaz, yerin ustunde de altinda da bu boyle.  Doga senin dostun olmak zorunda degil, hazirliksiz kendini onun koynuna birakinca sillesini yiyiverme olasiligin da yuksek.  Ama bilincli bir sekilde gidip, saygili bir sekilde kapisini calinca da koynuna alip binbir guzelligini gostermekten cekinmeyecek comertlikte.  Bu vesileyle magaracilik konusundaki bilinc acigimizi kapatip hazirliklar ve magara icindeki yuruyusler sirasinda olayi kotaran magaraci ekibimize, ve ozellikle bu ise (ne ise giristigimizi bilmeden de olsa) girismemize onayak olan arkadasa tesekkur edeyim.

Medeniyete donduk, bakalim doga anayla bir sonraki bulusmamiz nerede, ne zaman, nasil olacak?

looking forward to it